Share This Article
Gill Lambert
Büyük Amerikan şehirlerinin karaderili mahallelerin deki yaz ayaklanmaları bir gelenek haline geliyor. Ama ateş her yıl biraz daha yayılıyor, ölü ve yaralıların sayısı artıyor, kaygı büyüyor. Yüksek Mahkeme tarafından ayrılığın resmen kaldırıldığı tarih olan 1954 yılından beri iki topluluk arasındaki uçurumun gittikçe derinleştiğini anlamak için insanın hayatında bir kere zenci mahallesinde dolaşmış olması yeterlidir.
Çalışma sekreter yardımcısı ve şehir uzmanı Moynihan’ın 1965 yılında yayınlanan raporu şehir çevrelerindeki zencilerin korkunç hayat şartlarını ortaya koymuştur. Siyah ailelerin yüzde 21’i babasız yaşıyor, çocukların yüzde 35’i gayrimeşru. 18 yaşında olan her iki gençten yalnız bir tanesi anne ve babasını tanımakta.
Beş yıldan beri güney devletlerinde bulunan zencilerin, hele pamuk tarlaları işçilerinin kuzey şehirlerine doğru göçlerine şahit olunuyor. Halen zencilerin büyük çoğunluğu büyük şehirlerde bulunmakta. Washington’da yüzde 63, Newark’ta yüzde 55… Bu oran Baltimor’da 47, Saint-Louis’de 37, Chigago’da yüzde 30 dur. Bu yerleşim siyahların el emeğinin değerinin düşmesiyle sonuçlanmıştır. Bugün şehirli bir zencinin aldığı ortalama ücret beş yıl öncekinden daha aşağıdır.
Yoksulluk, çocuk suçları, alkolizm, uyuşturucu kullanımı durmadan artıyor. Ve bunun sonucu umutsuzluktur. Stokely Carmichael’ın sert hareketlerinin Martin Luther King Jr. gibi barışçıların zararına olarak kalabalıkları yavaş yavaş ele geçirdiği anlaşılıyor. Detroit şehrinde olduğu gibi bir tek kıvılcımın bundan böyle korkunç çarpışmalar doğuracağı da anlaşılıyor. Ayaklananların yaş oranı çok küçüktür.
Gerçekte liderleri büyük ölçüde Amerika dışında doğmuş olan yeni bir kızgın siyahlar kuşağı karşısında bulunulmaktadır. Merhameti reddediyorlar. Derhal derin reformlar istiyorlar. Fakat, Amerika bu istekleri onlara verir mi, vermek ister mi? Vermezse ne olur?
İzbeye sıcak çöker çökmez hayat dayanılmaz bir hal alıyor
New Jersey şehrinde 30 ölü, milyonlarca dolar zarar, güneyde yangınlar… “Gelecek sefer Ateş” ihtilâlinin yaratıcısı olan zenci yazar James Baldwin, Saint-Germain-des-Près’nin bir otelinde kahvaltısını yapıyor: Portakal suyu kahve, ay çörekleri ve fena haberler.
Fransızca olarak:
– Asıl mucize, öfkenin her tarafta birden patlamamış, yangının bütün Amerika’ya yayılmamış olmasıdır, dedi.
Soluk mavi kadife bir pantolonun içine sıkışmış kısa boylu, açık tenli Baldwin ani bir hareketle elinden gazeteyi fırlatıp attı.
– Reziller, dedi. Bu gazeteyi çıkaranlar rezil adamlar.
Bakışları birden sertleşti:
– Ben New York’ta otururum, Newark’ı bilirim. New Jersey ırkçı bir eyalettir. Zenciler kiraların çok yüksek olduğu bir izbeye tıkılmışlardır. Su çok az, okul yok. Aralarında yüzde doksan işsiz var. Gazeteciler şaşırtıcı haberler yayınlıyorlar. İzbeye sıcak çöker çökmez hayat dayanılmaz bir hal alıyor. Çalacak hiçbir şeyi olmayana, öldürmekten başka umudu olmayana nasıl engel olmalı? Bu intihara bedel bir şey değil midir?
Umut… Biz siyah Amerikalılar umudun olmadığı bir memlekette yaşıyoruz. Geleceği olmayan insanlarız. Büyür büyümez, siyah Amerikalı aldatıldığını, çoktan mahvolduğunu bilir. İzbenin dışında doğmuş olmanın şansına sahip olsa bile, sefaletten uzak bir ailenin içinde dünyaya gelse bile düşmanlarla çevrili olduğunu bilir. Onların kendisine hiçbir şans tanımayacaklarını bilir.
Beyaz Amerikalılar bizden nefret ederler. İşsizlik her yıl artıyor. 250 milyon Amerikalının içinde aşağı yukarı 24 milyonuz. Kabaca bütün nüfusun onda biri. Millî gelirin yüzde birine bile sahip değiliz. Ucuz el emeğinden başka bir şey değiliz. Başka hiçbir şey… Otomatik makineler, elektronik makineler gitgide yerlerimizi alıyor.
Beyaz adam bizi inkâr ederken kendisini de inkâr ediyor
“Harlem’de asansörlerde çalışan binlerce çocuk işsizdir. Gazeteciler bundan hiç bahsetmezler. Bunlar kendilerine yardım etmek için hiçbir şey yapılmayacağını bilen insanlardır. Cassius Clay ve Adam Clayton gibi siyasî liderlere durmadan eziyet ediliyor. Siyahlar kendilerini kanunların esiri, feryatlarından daha güçlü olan kuralların esiri olduklarını hissediyorlar. Beyaz lider M. Charlie, bunları duymamazlıktan geliyor. Sıcak onları ezince, daha da susuyorlar, daha da acıkıyorlar, daha da umutsuzluğa düşüyorlar. Sonra damların üstüne çıkıp ateş ediyorlar.”
“Bunun sonu fena olacak! Çünkü Amerika biz siyaların da memleketi. Beyaz adam bizi inkâr ederken kendisini de inkâr ediyor. Kendi kardeşini öldürüyor. Derin bir şekilde parçalanıyor, korkunç bir şekilde. Düşününüz bir kere: Siyahları kendinden ayırırken kendi kendini de beyaz izbeye mahkûm ediyor. O da bizim kadar ayrılıyor demektir. Bu bir vicdan dramıdır. Herkes bunun bir gün karşılığını ödeyecek, yakında ödeyecek hem de…”
“Memleketim, görüyorsunuz, büyük bir tehlike içindedir. İlâhîler okuma zamanı değildir. Müthiş bir facia ortalığı tehdit ediyor. Karışıklıklar başladığı zaman da artık onları hiç kimse durduramaz. İnsanlar gerçeğin önünde gözlerini kapıyorlar. Fakat endişe içimizdedir. Bu bir roman endişesi değildir. Gerçek bir endişedir.”
Soruyorum:
– Siz şiddetten yana çıktınız. Bu barışçı bir çözüm yolu düşünemediğinizi göstermiyor mu?
– “Direnmekten başka hiçbir umut kapısı görmüyorum. Wallace ve Reagan gibi insanların seçilebildiği, fikirlerinin benimsendiği bir memleket savaşa hazırlanıyor demektir. Her zenci bunları kişisel saldırılar gibiymiş hissediyor.
Meseleyi çözmek için Amerikan toplumunun yapısını derin bir şekilde değiştirmek lâzımdır. “Sokaktaki insanları” kurtarmak için federal hükûmet çok büyük yatırımlar yapmalıdır. Ev sahiplerinin aşırı kiralar almasını önlemelidir. Sıkıntı içinde olanları dışarı atmak haklarını ellerinden almalıdır. Onları insanca yaşama şartları temin etmeye mecbur etmelidir. Su dağıtmak, sağlık kurallarına saygı göstermek gibi… Siyahlar için iş temin edilmeli, onlara şans verilmelidir.”
Bütün bu işler tatlılıkla olamaz mı?
– “Son günlerin haberlerini büyük ayaklanmanın bir başlangıcı olup olmadığını bilmiyorum. Belki ayaklanma sindirilecektir. Eğer sindirilirse gelecek yıl tekrar başlar veya ertesi yıl. Ve ihtilâl olacak. Amerika parçalanacak.”
‘Yazabilmek için New York’u terk etmeliyim‘
Biz siyahlar, sonu olmayan, yıllardan beri bizi sıkıştırdıkları bu yoldan kurtulacağız. Bu yıl Amerika’nın sefil izbelerinde Yak bebek yak türküsünün yanında söylenen başka bir türkü de var. İşte o türkünün sözleri:
“Bu şehrin zengin bir şehir olduğunu söylüyorlar,
Benim yaşadığım yere bak sen. Bundan daha fakirini
gördün mü sen?
Ben biliyorum sonu olmayan bir sokakta olduğumu,
Merhametsiz bir şehirde…”
“Uzun zamanlar yazarımız, liderlerimiz yoktu. Yahut da yazarlarımız inleyip sızlamaktan başka bir şey bilmiyorlardı. Şimdi erkekler var. Hak isteklerini ve öfkeyi yatıştırmak için çomak olarak kullanılan iyi kalpli siyahlar, yani Tom amcaların artık, modası geçti. Çoğu zaman beceriksiz bir şekilde hareket etseler bile artık siyahlar örgütlendiler, silahlandılar. Harlem’de Malcolm X, Müslümanlarıyla onlara yolu gösterdi. Siyahlar yoksulluktan yalnız ve yalnız şiddetin kurtarabileceğini anlayan tek kişi o oldu. Ama öldü. Şimdi onun hayatı hakkında bir piyesi bitiriyorum. Elia Kazan onu sahneye koyacak.”
“Ama daima başka ihtilâlciler çıkar. Newark’ta kapanmış olan siyah gücün konferansında şiddet lehinde karar alındı. Söylenen bütün fikirleri paylaşmıyorum. Fakat şiddete tanınmış olan hak önemlidir. Aşırıların lideri Carmichael, ölçülü bir insandır. Ona çılgın muamelesi yapıyorlar. Fakat beyazlar onu hareketin başına koyduğu için Allah’a dua etmelidirler. Bir başkası olsaydı, şimdi belki de binlerce ölü olacaktı. Hayatta kalmak, ölüm tehlikesinde olan çocukları kurtarmak, aileleri beslemek söz konusu olunca insana dövüşmek hakkı tanınmalıdır. Ben yazı makinemle dövüşüyorum. Bir roman bitirmekteyim şimdi. “Beyaz adama karşı” adlı hikâyelerim Fransızcaya çevrildi. Başka bir romana başlıyorum başka bir tiyatro oyununa… Yazabilmek için New York’u terk etmeliyim. Orada çalışamıyorum. Çok fazla endişe, çok fazla acı, çevremde bana karşı çok kin var.”
“Özgürlük heykelinin yanı başında çalışamıyorum. O benim için yalnız yalanın muhteşem ve saldırıcı bir sembolüdür. Onun için Avrupa veya Afrika’ya yerleşeceğim. Afrika’da öksüzler yok. İnsanlar sefalet içindeler, ama kin denen şeyi bilmiyorlar. Kız kardeşim Siera Leone’dan bir çocukla evlendi. Bana da profesörlük teklif ediyorlar. Belki kabul edeceğim…”
James Baldwin’in gözleri sabah gazetesine takıldı, ayaklanma resimlerine. Masanın üstünde kitaplarının kapakları yelpaze şeklinde yayılmış: “Hiç kimse ismimi bilmiyor”, “Başka bir memleket”, “Gelecek sefer ateş!”…
Bana:
– İyi yaz, dedi. Amacımın siyahlara değil memleketime hürriyet vermek olduğunu yaz, Amerika’ya Siyah kardeşi hırpaladıkça, kötü muamele gördükçe hiçbir beyaz hür, mutlu olamaz. Amerika’nın bunu anlaması lâzım. Fakat çok zengin, çok yağlı, çok mutlu oldu mu insan, bu gibi şeyler kolay kolay anlaşılamaz. Toplum şuuruna ancak zorla girebilecek bazı fikirler vardır. Sanırım bu zor da yürüyor. Gelecek kitabım “Söyle bize, tren geçeli ne kadar oldu?” adını taşıyacak. Bu siyahların bütün trenleri kaçırdıkları bir devrin eski fokstrotların dan birinin adıdır. Anlıyor musun?
Çeviren: Faik BAYSAL
Bu yazı 1 Ekim 1967’de cep dergisinde yayımlanmıştır.