Share This Article
Armand D’Angour | Çeviren: Emin Arslan
Platon’un “Symposium” adlı diyaloğunda, M.Ö. 416 yılında antik Atina’da düzenlenen ve tamamı erkeklerden oluşan bir içki partisinde aşkın anlamı üzerine yedi farklı konuşma yapılır. Katılımcılardan biri filozof Sokrates’tir ve konuşma sırası ona geldiğinde şaşırtıcı bir şey söyler:
Aşk hakkında ‘gerçeği söylemeyi’ öneriyorum!
Onlarca farklı tanımı olan, kişiyi dünyadaki cennetine ya da cehennemine götürebilme kudretine sahip olan, insanları, aileleri, ülkeleri hatta çağları bile değiştiren ‘aşk’ kavramı; Yunan filozof Sokrates için de ezber bozan bir noktada. Sokrates’in aşkın dinamikleriyle ilgili bir tanımı var. Bu tanımı ona öğreten ise bir kadın. Önce bedenin güzelliğinin varlığının farkına varılır, ardından çekici gelen şeyin büyüklüğü bedenleri aşar ve bedenlerin sahip olduğu soyut güzelliklere evrilir. Diotima’nın dediği gibi, güzel olduğunu düşündüğümüz bir kişiye karşı hissettiğimiz sıradan erotik arzu bizi aşkın ‘merdivenine’ çıkarabilir.
Bu şaşırtıcıdır çünkü Sokrates’in “Bilgi nedir?”, “Mükemmellik nedir?” ve “Cesaret nedir?” gibi soruları ele aldığı diğer Platonik diyaloglarda, insan düşüncesi ve deneyiminin bu merkezi alanları hakkında verecek hiçbir olumlu yanıtı yoktur: Aslında Sokrates bilgi konusunda hiçbir iddiada bulunmaması ve “Bildiğim tek şey bilmediğimdir” demesiyle tanınır. O halde nasıl oluyor da Sokrates aşk gibi temel ve potansiyel olarak her şeyi kapsayan bir şey hakkındaki hakikati bildiğini iddia edebiliyor?
Cevap şudur: “Symposium’da” Sokrates hakikati bildiğini iddia eder çünkü hakikati bir başkasından öğrenmiştir. Aşk öğretmenini ‘bu ve daha pek çok şey hakkında bilgisi olan, Atina’lı olmayan zeki bir kadın’ olarak tanımlar. Kadının adını Mantinealı Diotima olarak verir ve ondan öğrendiği ve dinleyicilerine sunduğu aşk hikâyesini sorgusuz sualsiz onaylar.
Genellikle bu eğitmenin Platoncu bir kurgu olduğu varsayılır: Diotima figürü, konuştuğu bilgelik ve otorite sayesinde genellikle bir ‘rahibe’ olarak adlandırılır. Fakat Sokrates’in aşkı bir kadından öğrendiği iddiasını doğru kabul edersek, onun düşüncesini anlamamız açısından ne tehlikeye girer? Ve aşkın anlamı hakkında ne öğrenebiliriz?
Burada ilk olarak Diotima tarafından Sokrates’e aktarılan ‘aşk hakkındaki hakikati’ ana hatlarıyla anlatalım. Daha sonra Diotima’nın neden gerçek bir kişiye, Miletli Aspasia’ya dayandığını varsayabileceğimizi açıklayalım ve bunun Sokrates’in düşüncesini ve felsefi prosedürünü anlamamız için ne anlama gelebileceğini önerelim. Platon’un Diotima’yı istisnai ve iyi bilinen bir tarihsel figürle ilişkilendirmeye çalıştığını kabul ederek, Sokrates üzerindeki ihmal edilmiş bir biyografik etkiye ve onun tanımsal sorgulama yönteminin nasıl geliştiğine dair yeni kavrayışlar elde edebiliriz. Bu yöntem, Platon’un sadece aşkı anlamaya değil, aynı zamanda hakikat ve gerçekliğin aşkın doğası hakkındaki metafizik teorisini oluşturmaya yönelik yaklaşımına da önemli bir temel sağlayacaktır.

Beden ve soyut güzelliğin birbirini takibi
Sokrates’in “Symposium’da” Diotima’ya atfettiği öğreti, aşkın – daha doğrusu ilahi ruh Eros’un – çeşitli düzeylerde işlediğidir. En alt düzeyde aşk, kişinin ilgi duyduğu birinin bedenine karşı erotik duygular beslemesine neden olur. Bununla birlikte, Diotima’ya göre bizi bu bedene çeken şey, onun ‘güzelliği’ olarak adlandırdığımız bir niteliktir ve bu da diğer pek çok bedenin de bu niteliğe sahip olduğunu ve aynı şekilde erotik duygular uyandırabileceğini kabul etmemize yol açar. Pek çok bedende güzelliğin varlığının farkına varılmasıyla, bize çekici gelen şeyin bedenlerin kendileri değil, bedenlerin sahip olduğu soyut güzellik niteliği olduğu anlaşılır.
Bu, bedenlerden başka şeylerin de güzelliğe sahip olduğu içgörüsüne götürür: en önemlisi ‘bilgelik, yasalar ve kurumlar’ gibi bedensel olmayan şeylere – bir topluluğun ya da şehrin vatandaşın sevgisini ve sadakatini emreden özelliklerine – ilgi duyarız. Bu şekilde, Diotima’ya göre, güzel olduğunu düşündüğümüz bir kişiye karşı hissettiğimiz sıradan erotik arzu bizi aşkın ‘merdivenine’ çıkarabilir, basamak basamak, arzunun belirli bir nesnesinden güzelliğin soyut niteliğinin genel bir takdirine ve bunun ötesinde ahlaki iyiliğe yükselebilir. Fiziksel şehvet olarak başlayan şey, aşığı hayal edilebilecek en yüksek iyiliğe, soyut ‘iyinin biçimine’ doğru tırmanmaya teşvik etmesiyle yüceltilir.
Aristophanes, aşkın insanı ‘diğer yarısını’ aramaya iten bir güç olduğuna dair parlak bir fantezi kurar
Aşkın amacına ilişkin bu kavramın Sokrates’e bile tuhaf ve gizemli geldiği söylenir. Diotima açıkça aşkı, tıpkı inisiyelerin Gizemlere (Dionysos gibi Yunan tanrılarının gizli kült ayinleri) kabul edilmeleri gibi, dinleyicilerin de kabul edilmeleri gereken bir ‘gizem’ olarak nitelendirir. Bununla birlikte, aşığın yükselişinin aşamalarını temsil eden merdivenin basamakları, diyalogda Sokrates’ten önce gelen beş konuşmacı tarafından önceden tasvir edilir.

Konuşmacılardan ilki, Phaedrus adında genç bir aristokrat, Eros’un aşıklara sevdikleri için ölmeye bile hazır olacak kadar asil davranma dürtüsü verdiğini savunurken fiziksel ilişkileri hafife alır. İkinci konuşmacı Pausanias, cinsel tatmin ile ömür boyu bağlılık ve ruhsal bağlantı içeren daha onurlu aşk biçimi arasındaki ayrımı açıkça ortaya koyar. Hekim Eryximachus ise aşktan bedende, müzikte ve bir bütün olarak doğada işleyen soyut, uyum sağlayıcı bir güç olarak bahseder. Tragedyacı Agathon, aşkın sanatsal ve yaratıcı gücünü, belagat ve edebi yaratıcılığa yol açtığını iddia ettiği abartılı bir şekilde överek konuşmaları tamamlar.
Agathon konuşmadan hemen önce, komik oyun yazarı Aristophanes, aşkın bizi tamamlanmış ve bütün hissettirmek için ‘diğer yarımızı’ aramaya iten bir güç olduğuna dair parlak bir fantezi kurar. ‘İlk insanların’ bugünkü halimizin kopyaları olduğuna dair bir efsane uydurur – iki yüzlü, dört kollu, dört bacaklı (ve benzeri) yaratıklar. Bu varlıkların, oldukları gibi devam etmelerine izin verilemeyecek kadar güçlü ve kendinden memnun olduklarını, bu yüzden Zeus’un onları ikiye bölerek bildiğimiz insanoğlunu yarattığını söyler. Ancak bu bölünmenin sonucu, sürekli olarak ‘diğer yarımızla’ birleşmeye çalışarak orijinal bütünlüğümüze geri dönmeye çalışmamızdır; ve Aristophanes’e göre bu arzu sevgidir.
Sokrates kendisine bu yükseliş doktrinini öğreten kişiyi Diotima olarak tanımlar. ‘Bana Eros’un yollarını öğreten’ kadının, geçmişte birden fazla kez aşk hakkında konuştuğunu duyduğu yabancı bir kadın (Yunanca xenē, yani Atinalı olmayan) olduğunu söyler. ‘Diotima‘ tarihsel kayıtlarda bağımsız olarak kanıtlanmamıştır, ancak Sokrates’in onu tanıttığı ilginç bir şekilde belirli ayrıntılar, en azından kısmen gerçek bir kadına dayandığına dair ikna edici bir durum yaratır: Miletli Aspasia.
Aspasia, Atina’nın önde gelen vatandaşı, Atina’nın ‘Perikles Çağı’ ile özdeşleşen general ve devlet adamı Perikles’in karısıydı ve M.Ö. 429’da Büyük Veba’da ölene kadar 30 yıl boyunca siyasi liderliği elinde tutmuştu. Günümüzün magazin yorumcularına eşdeğer olan komik şairler Eupolis, Cratinus ve Aristophanes, Aspasia’nın Perikles üzerindeki etkisini ve devlet işlerine karıştığı iddiasını düzenli olarak eleştirmişlerdir.
Diotima figürünü tanıtırken Sokrates, ‘Atinalılar vebayı önlemek için kurbanlar keserken, onun vebayı 10 yıl ertelediğini’ söyler. Akademisyenler bu çok spesifik ifadenin sonuçlarını takip etme konusunda dikkat çekici bir şekilde ilgisiz kalmışlardır. Atinalılar neden M.Ö. 430-429’da veba salgını başlamadan on yıl önce, açıkça bir kadının talimatıyla kurban kesmiş olsunlar ki?
Tarih, uyanık okuyucuyu 10 yıl önce, Veba’nın en önemli kurbanı olan Perikles’in Sisam adasına karşı yürüttüğü kötü şöhretli sefere işaret etmektedir. Perikles’in, memleketi Milet’in ticari ve askeri rakibi olan bu adaya saldırma kararında Aspasia’nın etkisi olduğundan şüpheleniliyordu. Samos’un fethi, Atinalı saldırganlar açısından kayda değer bir duygusuzlukla damgalanmıştır. Sefer sırasında Samoslu esirler sığır gibi damgalanmış ve Perikles sonunda adayı karadan ve denizden zapt ettikten sonra, düşman komutanlarının Milet’in ana meydanında çarmıha gerilmesini ve cesetlerinin gömülmeden dışarı atılmasını emretmiştir.
Perikles’in bu hareketi Atinalı dostları ve destekçileri için olduğu kadar Aspasia için de ciddi bir endişe kaynağı olmuştur. Bir düşmanın bile gömülmesine izin vermemek kutsala saygısızlıktı ve muhtemelen tanrıların gazabına yol açacaktı. Tragedya yazarı Sophokles, Samos seferinde general olarak görev yapmıştı: ertesi yıl sahnelenen “Antigone” adlı oyununda koro, gömülmemiş bir düşman cesedinin ritüel kirliliğinden (miasma) bahseder ve bunun için şehir, tanrı tarafından gönderilen bir veba salgınıyla cezalandırılır.

“Miletli Aspasia, Atina’nın önde gelen vatandaşı, general ve devlet adamı Perikles’in karısıydı ve M.Ö. 429’da Büyük Veba’da ölene kadar 30 yıl boyunca siyasi liderliği elinde tutmuştu.“
Bu oyunda, ölen Polyneikes devlet düşmanı olarak mahkum edilmiş ve gömülmesi şehrin lideri Kreon (‘hükümdar’ anlamına gelir) tarafından açıkça yasaklanmıştır. Polyneikes’in kız kardeşi Antigone (Yunanca’da ‘Aspasia‘ ile aynı sayıda ve şekilde hecelere sahip bir isim), bunun dini bir görev olduğunu savunarak ve Polyneikes’in akrabası olduğunu vurgulayarak onu gömmeye çalışır. Akrabaya karşı görev, Plutarkhos’un Perikles’in biyografisinde anlatılan ve generalin Samos’taki başarısının barbarlar yerine ‘akraba Yunanlıların’ ölümü anlamına geldiği gerekçesiyle eleştirildiği bir bölümde yankılanır.
Perikles’in Aspasia’ya belirgin bir saygı gösterdiği, hatta onu herkesin içinde kucakladığı bilinmektedir
Perikles’in Samos’taki saygısız davranışının ilahi cezası, muhtemelen bir veba şeklinde, MÖ 439’da Atinalılar tarafından kesinlikle korkulmuş olacaktır. Başvurulacak yollardan biri dualar ve kurbanlarla tanrıları yatıştırmaktı. Platon’un ifadesi bu tür eylemlerin M.Ö. 439’da gerçekleştiğini göstermektedir; ve veba salgınının ortaya çıkmamış olması Atinalıların bu kefaret önlemlerinin beklenen ilahi cezayı önlediğini düşünmelerine yol açmış olabilir.
Perikles’in Aspasia’ya dikkat çekici bir saygı gösterdiği, hatta onu halk içinde kucakladığı bilinmektedir ki bu, güçlü ataerkil Atina toplumunda alışılmadık derecede onurlu bir harekettir. Aspasia ile olan ilişkisi, Perikles’in 40’lı yaşlarının ortalarında, Aspasia’nın ise 20’li yaşlarında olduğu MÖ 450’li yıllara dayanır. İlk karısından birkaç yıl önce boşanan Perikles, Küçük Asya’daki Milet’ten Atina’ya, aynı adı taşıyan kötü şöhretli playboy-politikacının büyükbabası Alcibiades’in karısı olan kız kardeşiyle birlikte geldikten sonra bu egzotik, zeki ‘yabancıya’ tutulmuştu.
Oyun yazarı Aristophanes’in ‘Zeus’tan bahsetmesi pek çok okuyucunun zihninde Perikles’in bir imgesini uyandırmış olacaktır. Aristophanes, Zeus’un ‘orijinal’ insanları böldüğünden bahsettiğinde başka bir yankı daha duyulabilir. Biyografi yazarı Plutarkhos, alnının ortasında tek boynuzu olan bir koçun bir keresinde Perikles’e kırdaki malikanesinden nasıl getirildiğini anlatır. Bu olay bir kahin tarafından Perikles’in Atina’da tek siyasi gücü elinde tutacağına dair bir işaret olarak yorumlanmıştır. Ancak Perikles kafatasının ikiye bölünmesini emrettikten sonra koçun beyninin kusurlu bir şekilde geliştiği ve boynuzun tek bir noktadan çıktığı anlaşılmıştır. Aristophanes’in ikiye bölündükten sonra birleşmeye çalışan iki yarım imgesi Perikles’in deneyiminin bu detayını akla getirir.

‘Gerçek aşk fiziksel alanda başlar, ahlaki boyuta yükselir’
Romalı hatip Cicero tarafından aktarılan Aspasia’nın kayıp bir çağdaş anlatısı, onun zekâsı ve belagatiyle tanındığını göstermektedir. Atina’da bir salon kurmuş ve burada ‘Sokrates de dahil olmak üzere seçkin Atinalılara aşk konularında eğitim verdiği’ söylenmektedir. Bu açıdan, ‘Sofistler’ olarak adlandırılan saygın gezici öğretmenlerle karşılaştırılabilir.
Sokrates’in birden fazla kez dinlediğini söylediği Diotima‘nın aşk meseleleri hakkındaki konuşmaları, Romalı devlet adamı Cicero‘nun Sokrates‘in çağdaşı bir kaynağa dayanarak Aspasia’nın seansları hakkında verdiği tanımla örtüşmektedir: Bir seferinde, evli bir çifte ilişkilerinin diğerinin ahlaki niteliklerine karşılıklı saygıya dayanması gerektiğini öğütler. Bu etik yaklaşım Diotima‘nın savunduğu, gerçek aşkın fiziksel alanda başlasa da nihayetinde ahlaki erdeme yükseldiği doktrinle örtüşmektedir.
Bu aşkın güzellik sevgisi Diotima‘nın ‘büyük gizemler’ dediği şeyin doruk noktasıdır. Ancak bu âleme girmeden önce, ruhun ‘iyi düzeni ve adaletin işleyişini sevmeye’ yükseltilmesi, daha küçük gizemlerin son aşaması olarak sunulur. “Bu noktaya kadar, Sokrates” der Diotima:
Sen bile inisiye olabilirsin. Ancak bu ayinlerin amacı, doğru bir şekilde yerine getirildiğinde, gizemlerin son vizyonuna ulaşmaktır. Bunu başarabileceğinden emin değilim, ama sana açıklayacağım ve sen de elinden gelenin en iyisini yapmalısın.
Bu, Diotima’nın konuşmasında ayırt edici bir andır. Platon neden Diotima’ya Sokrates’in bundan sonrasını anlamakta yetersiz kalabileceğini söyletmektedir?
Bunun nedeni, Diotima’nın doktrininin Aspasia ya da Sokrates’in söyleyebileceği ya da tasarlayabileceği türden bir şeye benzemeyi bıraktığı noktayı işaret etmesi olmalıdır. Bundan sonra doktrin, her ikisinin de kendi zamanlarında farkında olamayacakları metafizik alanlara girer, çünkü şimdi ortaya konan fikirler Platon’un daha sonra geliştirdiği formlar kavramını içerir. Böylece Platon’un, Sokrates’in Diotima’ya atfettiği öğretinin tamamının yazarı olarak Aspasia’yı neden doğrudan zikredemediği açıklık kazanır.
Diotima aşkta hem fiziksel hem de ideal olana yer olduğunu kabul eder
Herhangi bir tartışmadaki son katılımcının tartışmanın galibi olması bir Yunan edebi geleneğiydi: son konuşmacı kelimenin tam anlamıyla ‘son sözü’ söyler. Burada son söz, Alkibiades tarafından, Diotima’nın kulağa hoş gelen gizemlerini aklımızdan çıkaran bir konuşmayla coşkulu bir şekilde ifade edilir. Ancak Platon, Sokrates’in Diotima doktrininde sunduğu ‘aşk hakkındaki hakikati’ tamamen reddetmek mi istemektedir? Yoksa merkezi Sokratik konuşma hala okuyucunun ‘aşk nedir’ sorusunun cevabı olarak kabul etmesi beklenen ‘hakikat’ midir?
Sokrates’in “Bilgi nedir?”, “Mükemmellik nedir?” ve “Cesaret nedir?” gibi soruları ele aldığı diyaloglarda, insan düşüncesi ve deneyiminin bu merkezi alanları hakkında verecek hiçbir olumlu yanıtı yoktur.

Açık olan şey, bu iki konuşmadan türetilen popüler ‘Platonik’ aşk anlayışının – seks içermeyen bir ilişki olarak – aşırı basit olduğudur. Alcibiades 20 yaşında Atina’nın en yakışıklı genci olarak 37 yaşındaki Sokrates’le aynı çadırı paylaştığını anlatır. Onu yatak örtülerinin altından kucaklayarak fiziksel olarak baştan çıkarmaya çalışmış, ancak Sokrates kendisine sunulan fiziksel hazdan yararlanmakla hiç ilgilenmemiş ve sadece genç arkadaşının ruhunun gelişmesini sağlamak istemiştir.
Ancak gördüğümüz gibi, Diotima aşkta hem fiziksel hem de ideal olana yer olduğunu kabul eder. Hiç kimse kendini bilgi arayışına ve ruhsal aydınlanmaya adamış bir dahi olan Sokrates olamayacağı gibi, herkes kendini aşkın fikirlere adamış ve akışkan bir dünyada istikrar bulmaya hevesli bir adam olan Platon da olamaz. Dolayısıyla Platon, aşk gibi önemli bir doktrinin sadece kendi eğilimlerindeki filozoflara hitap edecek bir şey olarak bırakılmasına izin veremez.
Diotima’nın doktrininin daha yüksek noktaları Sokrates için zar zor anlaşılabilir olarak kabul edilirse, sıradan okuyucu bunları ne kadar az benimseyebilir? Nihayetinde, yeryüzündeki insanlar için aşk kimi sevdiğinle ilgilidir: bu yüzden son sözü Alcibiades söylemelidir. Ancak Diotima’nın aşkın anlatımı ile Alkibiades’in dünyevi deneyimine dair hikâyesi arasındaki görünürdeki gerilim en iyi şekilde bir çelişki olarak değil, Platon’un felsefi vizyonu içinde birbirini tamamlayan perspektifler olarak anlaşılabilir.
Alkibiades’in konuşması Diotima’nın doktrinini zayıflatmaya değil, onu somutlaştırmaya hizmet eder; kusurlu insan ilişkilerinin bile nasıl aşkınlık tohumları içerdiğini gösterirken, bize soyut ideallerin nihayetinde belirli insan ilişkilerinde temellendirilmesi ve ifade edilmesi gerektiğini hatırlatır.
Ortaya çıkan ‘aşk hakkındaki gerçek’ ne tamamen soyut ne de tamamen somuttur; daha ziyade aşkın fiziksel, etik ve entelektüel olmak üzere birçok alanda dönüştürücü bir güç olarak işlediğinin kabulüdür. Diotima’nın merdiveni, soyut tefekkür lehine fiziksel aşkın reddini değil, erotik enerjinin nasıl aşamalı olarak rafine edilip giderek daha kapsamlı arzu nesnelerine yönlendirilebileceğine ve bilgelikle sonuçlanacağına dair gelişimsel bir açıklamayı temsil eder. Sokrates’in metodolojik kaygıları ve entelektüel etkileri, “Symposium’da” tasvir edilen yalnızca erkeklerden oluşan Atina zümresinin ötesinden ortaya çıkıyormuş gibi gösterilir.
Aspasia’nın Sokratik düşünce ve yönteme katkısını kabul ederek, felsefi fikirlerin entelektüel, toplumsal cinsiyet ve sosyal sınırların ötesinde diyalog yoluyla pratikte nasıl ortaya çıkıp gelişebileceğini görüyoruz. Ayrıca Aspasia’nın tartışma yönteminin ve aşk hakkındaki fikirlerinin, eğer iddia edildiği gibi Diotima’nınkilerin temelinde yatıyorsa, heyecan verici bir şekilde onu Batı felsefesinin gerçekten temel bir figürü olarak konumlandırdığını kabul etmeliyiz.
Bu yazı, Aeon dergisinde yayınmlanan “The Truth About Love” başlıklı yazıdan çevrilmiştir.
