Share This Article
Sanat bir değişim ve dönüşüm sahasıdır; bu diyalektik bağ her zaman ve her yerde sanatın doğasının bir parçası olmuştur. Düşünce, söz, eylem ortaya çıktığı andan itibaren sanat üretimi başlar. Ve o andan itibaren sanat düşünceyi, sözü ve eylemi yeniden dönüştürür. Dolayısıyla sanatın sınırları yoktur; onda daimi bir dönüşüm eylemi vardır.
Dokuzuncu sanat olarak literatürdeki yerini alan çizgi romanın ise on yıllardır sanat olup olmadığı üzerine hummalı bir tartışma vardır. Kimi kesimler tarafından çizgi roman, estetik kültürün uzantısı değil, kitle kültürünün değersiz bir ürünü olarak yansıtılmıştır. ABD’li sanat eleştirmeni Clement Greenberg başta olmak üzere, Thierry Groensteen, Sterling North, Johnn Manson ve daha birçok sanat eleştirmeni, çizgi romanı zararlı bir süprüntü diye nitelemiş, en naif yaklaşımıyla “küçüklere dönük, küçük bir sanat” olduğunu ifade etmişlerdir.
Dünyanın pek çok yerinde sadece süper kahramanlarla, mizahla veya çocuk edebiyatının bir uzantısı olarak karşılanan çizgi roman, Pop Art istisnası dışında, sanat tarihiyle büyük ölçüde kavgalıdır. Hâlbuki çizgi roman insanın somut ve yalın anlatısıdır. Toplumların yakın ve uzak tarihlerinden, normal bir insanın günlük yaşam pratiklerine kadar uzanan bir doğrultuda gezinir; hayal gücünü, sarsıcı tarihsel gerçekliği yazınsal ve görsel bütünlükte bir araya getirmeyi başarır.
Sanatın dokuzuncu kolu da elbette değişime uğradı; bir tür eril anlatı olan ve kahraman kültüyle iç içe geçen çizgi romanın yerini grafik roman aldı. Çizgi romanlarda, her şeyi başaran, süper güçlerle donanan karakterlerin yerini, grafik romanda normal insan öyküleri aldı.
Grafik roman naifliğin, çoğulculuğun, edebiyatın ve en önemlisi insanlığa karşı olan güçleri hedefine koydu; muhalif bir haykırışa büründü. Bu değişim döngüsü, bugünlerde çizgi romanın farklı kesimlerce okunmasını, popülerleşmesini sağladı.
Grafik roman bu dönüşümle birlikte popüler kültürün bir eğlence aracı olmanın ötesine geçerek “tavır” alan, sözünü sakınmayan bir üsluba sahip oldu. Elbette bu dönüşüm kendiliğinden sağlanmadı. Birçok sanatçı bu değişimi olgunlaştırdı ve ekoller oluşturdu. Bunlar arasında Fransız çizgi roman sanatçısı Jacques Tardi ise apayrı bir yerde duruyor.
Radikal bir savaş karşıtı
Çok yönlü bir sanatçı olan Tardi, 20. yüzyılın ilk yarısında baş gösteren savaşlara, Paris’in kenar mahallelerine, yer altı dünyasına eğildi; Paris Komünü’nü anlattığı dört ciltlik çalışması tarihe adeta bir not düştü.
Her fırsatta, radikal bir savaş karşıtı olduğunu söyleyen ve her türden milliyetçilikten ızdırap duyduğunu belirten Tardi’nin çalışmalarını incelediğinizde; onun ajitasyona saplanmadığını görürsünüz. Okurunu cevapların peşinde koşturmak yerine, yaşanan tarihsel kırılmalara ilişkin sorular sormaya yöneltir; kendini geri plâna çekerek…
Çizimlerindeki güçlü üslubu, insan psikolojisine dair yaptığı derinlikli gözlemleri ve belgeselci yaklaşımı nedeniyle “popüler” çizgi romancılığa epey uzak olan çalışmaları, fantastik kahramanlara alışan okuyucuyu cezbetmeyebilir. Belki de yayıncıların Tardi’nin tüm çalışmalarını Türkçe’ye kazandırmamalarının sebebi de budur. Fransız sanatçının birçok önemli çalışmasının içinden, Adèle Blanc-sec’in Olağanüstü Maceraları 1-2-3 (2010), Halkın Çığlığı, Paris Komünü 1-2 (2010), 1914-1918 Siperdeydik (2011), Tolbiak Köprüsünde Hava Puslu (2012), İstasyon Sokağı No:120 (2017), Stalag IIB Kampında Savaş Esiri (2017) ve Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Fransa’ya Dönüşüm (2018) dilimize kazandırıldı.
‘Savaşta ölüm çığlığından başka hiçbir şey yok’
Özellikle Tardi’nin 1914-1918 Siperdeydik ve Halkın Çığlığı, küresel boyutta büyük beğeni toplayan ve ön plana çıkan çalışmaları oldu. Fransız sanatçının açtığı yol birçok sanatçıya ilham verdi. ABD’li çizgi roman sanatçısı Art Spiegelman, ünlü eseri Maus, Hayatta Kalanın Öyküsü ile Tardi’in açtığı yoldan ilerleri.
Kelimenin tam anlamıyla bir başyapıt olan 1914-1918 Siperdeydik’te Fransız yazar, birinci paylaşım savaşının resmi tarih anlatısının dışına çıktı. On yıllık bir hazırlık dönemi sonrasında ilk olarak 1993 yılında yayımlanan kitapta, kahramanlık öykülerinin yerini, ölümü bekleyen askerler, emre itaatsizlik edenler, kaçanlar ve korkanlar aldı.
İlk defa bir grafik roman, siperlerin gerisinde yaşanan gündelik dertlere, endişeli bekleyişe yüzünü döndü. Ölümün nereden geleceğini bilmeyen bir askerin mahzun bekleyişini, bir yakınına mektup yazar gibi okuyucuya seslenmesini ve savaşın anlamsızlığına duyduğu öfkeyi yansıttı. Tardi’nin kitabının başında savaşa dair yaptığı değerlendirmesi ise oldukça çarpıcıydı:
Adına savaş denen bu iğrenç toplu ‘macera’da ne bir ‘kahraman’ ne de bir ‘ana karakter’ bulunmakta. Sahipsiz ve bitimsiz bir ölüm çığlığından başka hiçbir şey yok.
Belki de bu nedenle Tardi, 2013 yılında kendisine verilen ve Fransa’nın en yüksek sivil nişanı olan Légion d’honneur’u herhangi bir gücün irâdesi altında kalmamak için geri çevirdiğini açıklamıştı.
Kaderlerini kendi ellerine alan sıradan insanın hikâyesi
2001-2004 yılları arasında yönetmen ve senarist Jean Vautrin ile Halkın Çığlığı’na imza atan Tardi, benzeri görülmemiş bir çalışmayı ortaya çıkarttı. 1871 baharında Paris’te patlayan ve iki ay süren fırtınanın anlatısını yansıtan Halkın Çığlığı, kuru bir çizgi-belgesel değil; halkın tarihsel belleğini, kültürünü ve folklorunu estetik görsellikle tazeleyen bir çalışma oldu.
Tarihsel olarak Paris Komünü’nün başlangıç tarihidir 18 Mart 1871’e denk düşen hikâyede Vautrin ve Tardi umutları, coşkuları, hayal kırıklıkları ve acılarıyla bir döneme tanıklık ediyor. Büyük bir tarihsel kesitin içinde, sıradan insanın bu yıkıcı sarsıntıda, ayakta kalma çabasıyla karşılaştığımızda, zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyi olmayan insanların kendi kaderlerini nasıl ellerine aldıklarını görüyoruz.
Paris’in yoksul, pis mahallelerinden, batakhanelerden, atölyelerden, genelevlerden fırlayan karakterlerin yarattığı o devasa gücün, insanlığın ortak kaderi için giriştiği mücadele bu… Tardi, bu büyük senfoninin sıradan insanlarına saygı ve minnet duyuyor adeta. Özgürlük ve Eşitlik sloganını temsil eden göğüsleri açık, ayakları çıplak ve ellerine bayraklarıyla yollara çıkan Marianne silüetlerinin kağıda yansıdığı o anlarda kendinizi 1871’in Mart ayında, St. Germain Bulvarında bir barikatta hayal ediyorsunuz.
Versailles askerlerinin saldırıya geçtiği anlarda ise sirkte insanları eğlendiren cüce Matmazel Palmir’in kafasında Frigya külahı, belinde revolver tabancasıyla cepheye koştuğuna şahit oluyoruz; “Komünün bütün evlatlarına ihtiyacı var! En küçüklerine bile!” O andan sonra cüce Palmir Fransa’nın ulusal sembolü Marianne’nin yerini çoktan almıştır artık.
Dedik ya, Halkın Çığlığı, sıradan hikâyesi diye; Vautrin ve Tardi sıradan insanı idealize etmeden, onun tüm varoluşlarına tanıklık etmemizi istiyor. Çıkarcı, bencil, lumpen hallerini görmemizi istercesine karakterleri yalın bir şekilde sunuyor.
Kelimenin tam anlamıyla bir başyapıt olan 1914-1918 Siperdeydik’te Fransız yazar, birinci paylaşım savaşının resmi tarih anlatısının dışına çıktı.
İkinci savaşın travmaları
Bunların ötesinde Tardi’nin diğer karakteristik çalışmaları ise Adèle Blanc-sec’in Olağanüstü Maceraları serisi ve dedektif Nestor Burma’nın Türkçeye çevrilen az sayıdaki macera serisinin ilk iki kitabı Tolbiak Köprüsünde Hava Puslu, İstasyon Sokağı No:120.
1975’te yaratılan Adèle Blanc-sec’in Olağanüstü Maceraları kadın kahramanların çizgi romanlarda yer almadığı bir dünyada büyük bir ilgi uyandırdı. Nestor Burma’nın maceraları ise başlı başına Fransız polisiyesinin bağrından kopmuştu. Polisiye yazarı Leo Malet’yle girişilen ortak çalışma, Fransız kara polisiyesinin en güzel örneklerinden. Öyle anlar geliyor ki, bir yerden Jean Gabin belireceğini düşünüyorsunuz. İkinci Dünya Savaşı’nda esir şehrin bunaltıcı ve tehlikeli atmosferi içinde geçen Burma’nın hikâyeleri sinema perdelerine de yansıdı.
Tardi, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşananları anlattığı çalışmalarda ise bambaşka bir ruh haline büründü. Esir düşmenin ve esir kamplarının ne demek olduğunu, tarihi belgelerden değil, babasının yaşadıklarından bilen Tardi, Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Stalag IIB Kampında Savaş Esiri, Fransa’ya Dönüşüm ve hali hazırda Türkçeye çevrilmemiş olan serinin üçüncü kitabı Savaştan Sonra’da babasının anılarına yer veriyor.
Polisiye yazarı Leo Malet’yle girişilen ortak çalışma Nestor Burma, Fransız kara polisiyesinin en güzel örneklerinden…
Fransız kültür tarihinin görsel belleği
Jacques Tardi’nin çalışmalarını bir araya getirdiğimizde ortaya Fransa’nın kültür hayatı, tarihi ve insan ilişkileri ortaya çıkıyor. Bu anlamıyla Tardi, Fransa tarihinin tüm dönemlerini içselleştiren, görsel bütünlüğe kavuşturmuş bir isim. Çalışmaları sadece Avrupa sanatını değil, tüm dünyada sayısız sanatçıyı etkilemiş; grafik romanı kahramanlık kültüründen kopartarak, sıradan insanın dertlerinin peşine düşmüş bir isim.
Çalışmalarında melankolik bir hava estiren Tardi, Türkçeye çevrilmemiş birçok kitabında çelişkilerin peşinde koşmuş. New York Mon Amour’da metropol kültürünün birey üzerindeki yıpratıcılığını sorun edinmiş, 1968 – 2008…N’effacez pas nos traces!’de ise Mayıs 68’i bestelerin içinden çıkartmış. Son olarak denilebilir ki, Tardi her koşulda kendi ruhunu, toplumsal paradigmanın içinde arayan, keşfe çıkmış bir sanatçı olmuş. Grafik romanla, sosyal tarihi ve edebiyatı buluşturmasının yanı sıra, dokuzuncu sanata yönelik bakış açılarını değiştirmeye, potansiyelini göstermeye kendisini adamış.