Share This Article
İkinci bölümümde ortama biraz daha ısındım. İlk bölüme gelen güzel yorumlar da buna yardımcı oldu sanırım. İnsanın şefkini arttırıyormuş meğer, ikinci kaydın başına baya motive oturdum.
Bu bölümde Pablo Picasso‘yu konuşacağız. Evet, belki en popüler sanatçılardan biri ve yeterince konuşulmadı mı? diyeceksiniz. Ama bence asla yeterince konuşulmadı daha da çok ve sürekli konuşmalıyız! Klişelerden hoşlanmasam da kendisi en büyük ilham kaynaklarımdandır. Podcast bölümlerinden birinde onu illaki konu alacaktım zaten ama yakın zamanda döndüğüm İspanya seyahatinden sonra onun gazıyla hemen bu kaydı yapmak istedim.
Eserlerini yakından gördüğümde hem yaptığım mesleğe saygım arttı hem de picassoya olan hayranlığım zirvelere ulaştı. Hazır heyecanım tazeyken hadi Picasso’ya başlayalım!
Akıl almaz bir yetenek
Hazırsanız önce tam ismini öğrenerek başlayalım: Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso…
İspanya Malagada doğmuş ve burada bir çocuğa ne kadar fazla isim verilirse o kadar becerekli biri olacağına inanılırmış, öyle de olmuş diyebiliriz.
Beceriklerinin yanında şanslı bir aileye de doğduğunu söyleyebiliriz. Babası akademide profesör, resim öğretmeniymiş ve Picasso’ya yıllarca ilk eğitimini veren kişiymiş. Atölyesinde ne kullanıyorsa ne çiziyorsa aynı malzemelerle, aynı resimleri ona da yaptırıyormuş. Hatta bir gün yine birlikte çalışırlarken Picasso bir güvercin çizmiş ve babasını şaşkınlığa uğratmış. Bu yeteneği karşısında babası bütün malzemeleri ve atölyesini Picasso’ya teslim edip resim yapmayı bırakmıştır. Epey iddialı bir hareket olmuş ama bir bildiği de varmış belli ki.
Aynı zamanda oğluna doğru eğitimi bulmak için görüşmelere başlamış ve yaşı yeterli olmasa da bazı sanat okullarından hocalarını ikna ederek Picasso’yu sınavlarına sokmayı başarmıştır. Normalde 1 ayda tamamlanan bir sınavı bir haftada teslim ederek ilk lisesine kabul almış.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
Akıl almaz yeteneği yine dikkat çekmiş elbette. Fakat okulu sevmiyor, sürekli asıyor ve hocalarla sık sık tartışıyormuş. Fedakar babası okula yakın bir eve taşınarak onu motive etmeye çalışsa da kar etmemiş. Eğitimin dayatmalarından ve kurallarından nefret eden Picasso hocalarıyla girdiği büyük tartışmalar sonucunda okuldan atılmış.
Okul hayatı durmuş olsa da kendini geliştirmeye devam ederken Picasso’yu bu kez babası, amcası vasıtasıyla onu Madrid Kraliyet Sanat Akademesine kabul ettirmiş. Burada da hocalarıyla tartışmaları hiç bitmemiş ve sonunda kendi isteğiyle eğitim hayatına tamamen son vermiş. Çünkü okulda bir şeyleri ifade becerisi olmadan doğrudan çizmek, onun kabul edemeyeceği bir eğitim biçimi.
Paul Rosenberg ile açılan kapılar
Okul hayatı bittikten sonra daha fazla müze gezme fırsatı bulmuş. Matisse‘i, Velazquez‘i, Goya‘yı gördükçe neyin onu cezbettiğini fark etmiş ve sanat piyasasının döndüğü şehre, Paris’e gitmeye karar vermiş. Bu dönemde ciddi ekonomik sorunlar yaşasa da çok sıkı çalışmış.
Ailesinin ve özellikle de annesinin ondan büyük beklentileri varmış. Bir gün “Eğer din adamı olacaksan papaz, asker olacaksan general olacaksın” diyerek ne yapıyorsan onun en iyisi olacaksın düsturunu Picasso’ya aşılamış. Picasso da yıllar sonra “ben ressam olmadım Picasso oldum” şeklinde yeterli sayılabilecek bir cevap vermiş.
Burada hayatına sanat simsarı Paul Rosenberg giriyor ve hem Picasso’yu Fransa’nın sanat ortamına sokuyor hem de çok yakın dostu oluyor. Rosenberg’in iki önemli sanatçısı daha var Braque ve Matisse. Bu iki güçlü ismin yanına Picasso da eklenince Paris’te müthiş bir rekabet başlıyor. Rosenberg, bu rekabeti ateşlemek için bazı davetlerde bu üç ismi bir araya getiriyor ve buradaki duvarlara çizimler yapmalarını istiyor. Zamanla gidip geldikçe aralarında başka duvarları kapmak için yarış başlıyor. Bu yarışta özellikle Braque ve Picasso daha yakınlaşıyor, birbiriyleriyle sanat üzerinden diyaloglara giriyor ve bakış açılarını yönlendirmeye başlıyorlar. Bu dönemde birbirlerine paylaşımları ve resimlerindeki rekabetle sanat tarihinin önemli köşe taşlarından kübizm akımı doğuyor.
Cezanne’nın geometrik yapılarının da tetikleyici olduğu bu akım, soyut tanımlanan şeylerin somut algılanma şeklidir. Karşıdaki masayı yalnız bize bakan yüzüyle değil aynı masaya bakış açımızı değiştirerek bakma ve algınan yüzü de değiştirmektir. Kübizm bu algı oyunları üzerine kuruludur.
Picasso diyince kadınlarla olan çalkantılı hayatını da konuşmamak olmaz. Çünkü birçok önemli resminde onların da izleri var. Daha pembe ve mavi dönemleri ve kültleşmiş resimleri de var tabii. O yüzden Picasso meselesini ikiye ayırmaya karar verdim.