Share This Article
İspanya İç Savaşı’ndan konuşacağız. Ama tarih kitaplarının anlattığı gibi değil. Bu kez savaşın içinden konuşan, kaybettiklerinde bile susmayan, kelimeleriyle siper kazmış edebiyatçılarla yürüyeceğiz. Lorca, Hernández, Alberti… Ve onlara kulak kabartan, onları dünyaya anlatan bir Şilili: Pablo Neruda.
1936 yazında başlayan iç savaş, sadece bir askerî darbe değildi. Aynı zamanda kültüre, özgür düşünceye ve sanata açılmış sistemli bir saldırıydı. Franco rejimi, sadece siyasi muhalifleri değil, onları yaşatan dili, duyguyu, hatta hafızayı da hedef aldı. Bu yüzden edebiyatçılar silah kuşanmadı belki ama kelimeleriyle savaşa dahil oldular.
Endülüs’ün melankolisini, halk müziğinin ritmini, İspanyol topraklarının sancısını taşıyan bir şairdi o. Yalnızca bir şair değil, aynı zamanda bir tiyatrocu, bir müzisyen, bir halk anlatıcısıydı. Lorca, faşizme karşı devrimci bir cephede doğrudan yer almamış olabilir. Ama onun yazdıkları, özellikle de Kanlı Düğün, Bernarda Alba’nın Evi, ve Yerma, toplumun bastırılmış sınıflarına, kadınlara, yoksullara ses veriyordu. Rejimin bunu affetmeyeceği belliydi.
1936 yazında, Granada’da gözaltına alındı. Mahkemeye bile çıkarılmadan kurşuna dizildi. Neruda, Lorca’nın öldürüldüğünü duyduğunda “İspanya’nın kalbinde büyük bir sessizlik doğdu” demişti. Ve ardından şu dizeleri yazdı:
Savaşın tam ortasında doğan başka bir ses: Miguel Hernández. Çobanken şiir yazmaya başladı. Eğitim yok, para yok, ama içinde yanmaya hazır bir ateş vardı. Cumhuriyetçi cephede gönüllü olarak savaştı. Şiirleri cephelerde elden ele dolaştı. Çünkü onun kelimeleri ajitasyon değildi; acının, umudun ve kaybın ta kendisiydi.
Bölümün devamını Spotify ve YouTube kanalları üzerinden dinleyebilirsiniz.
