Share This Article
29 yıldır her Cumartesi Galatasaray Meydanı’nda buluşarak gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sorgulayan Cumartesi Anneleri bugün mücadelenin 1000. Haftasında bir araya gelecek. Türkiye’deki en uzun soluklu sivil itaatsizlik eyleminin temeli ise 21 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi olayları sırasında gözaltına alındıktan sonra haber alınamayan Hasan Ocak’ın ailesinin başlattığı kampanyaya dayanıyor.
30 yaşındaki Hasan Ocak ailesinin tüm sorgulamalarına rağmen bulunamadı ve göz altına alındıktan 58 gün sonra kimsesizler mezarlığında olduğu öğrenildi. Bu hak mücadelesi ülkenin her yerine yayıldı ve Galatasaray Meydanı, kaybolan yakınlarının akıbetini sorgulayanların mücadele alanı oldu.
Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak’la Cumartesi Annelerinin adalet mücadelesini ve bu sivil itaatsizlik eyleminin ülkede neleri değiştirdiğini konuştuk.
Cumartesi Anneleri’nin 1000. haftası için Figen Şakacı’nın yazdığı şiiri Vardal Caniş çizdi, Tilbe Saran seslendirdi:
— Cumartesi Anneleri (@CmrtesiAnneleri) May 24, 2024
Taş Oldum, Çatlamadım#CumartesiAnneleri1000Hafta@fsakaci @vardalcanis @tilbetilbesaran pic.twitter.com/WBgg12nnTQ
Cumartesi anneleri 1000 haftadır adalet nöbetini sürdürüyor. Bu şu ana kadar Türkiye’de süren en uzun soluklu eylemlilik. Fakat bugün bile cezasızlık politikası son bulmadı, hâlâ insan hakları çiğneniyor. 1000. haftaya ulaşan bu mücadelede neler yaşandı, toplumsal hafızamız üzerinde nasıl bir etki yarattı?
Cumartesi Annelerinin bir araya gelme nedeni; gözaltında kaybedilen yakınlarının varlığının inkâr edilmesi ve aynı zamanda tüm hak arama yollarının, hukuki tüm kanalların yüzlerine kapanmış olmasından dolayıydı.
İlk kez 27 Mayıs 1995’te çıktık Galatasaray’a ve bugün ara verdiğimiz bir on yılımız var ve şu an 1000. Haftaya giriyoruz. 1000. Haftamız aslında sadece bir rakam olarak anlaşılmasın istiyoruz çünkü bu 1000. Haftaya gelene kadar çok büyük ağrılar, çok büyük baskılar ve aynı zamanda insani olarak da travmalarımızın yükseldiği zamanlar oldu. Ama bu 1000. Hafta aynı zamanda umudun tükendiği ve hiçbir şekilde çözüm bulunamayan ve kapıların yüzlerimize kapatıldığı bir ortamda, Galatasaray’da kayıp yakınları birbirlerine ve kendilerine umut yarattılar.
Kayıplara karşı sürdürdükleri mücadeleyle umut yarattılar, birbirlerine dayanarak, birbirlerine yaslanarak bir umut yarattılar ve bir mücadele tarihi yazdılar aslında. Dünyanın ikinci en uzun soluklu mücadelesi bu, Plaza De Mayo Annelerinden sonra.
Ama burada şunu da söylemek gerekiyor ki; kayıplarımızla ilgili hakikatin açığa çıkartılması, sorumluların yargı önüne çıkartılması ana taleplerimiz. Bu talepler yerine gelinceye kadar her bir kayıp yakınının yası tamamlanmamış olacak.
‘Kayıplarımızın bize teslim edilmesi ve adalet için mücadele ediyoruz’
1000. haftaya geldiğimizde genç kuşaklar için de bir hatırlatma olması için sormak istiyorum. Cumartesi Anneleri nasıl ortaya çıktı?
21 Mart 1995 tarihinde kaybedildi benim ağabeyim Hasan Ocak ve biz onunla ilgili çok geniş bir kampanya başlattık. Kampanyanın bir döneminden sonra diğer kayıp yakınlarıyla da yan yana gelmeye başladık ve sadece Hasan’ı değil, “tüm kayıplarımızı sağ aldınız, sağ istiyoruz” dedik. Aslında Hasan’ı arama sürecimiz bir anlamda Cumartesi Annelerinin, daha doğrusu kayıp yakınlarının da bir araya gelmeye başladığı bir dönem oldu.
58 gün süren yoğun arayışımızın ardından biz ağabeyimin cansız bedenini kimsesizler mezarlığında bulabildik. Ve hemen ardından kayıp yakınları ve insan hakları savunucularıyla yan yana gelerek Plaza De Mayo annelerinin sürdürdüğü mücadeleyi de örnek alarak Galatasaray Meydanı’nda sessizce oturmaya karar verdik. İlk çıktığımızda beş kayıp yakınıydık ve otuz kadar insandık ama biz Galatasaray Meydanı’nda otururken gözaltında kayıplar devam etti.
Gözaltında kayıplar devam ederken öte tarafta bizim oturmaya başlamadan önce de gözaltında kaybedilen yani 1980’lerde, 1936’da gibi farklı tarihlerde gözaltında kaybedilen insanların aileleri de Galatasaray Meydanı’nda buluştu. Biz aslında kendimize Cumartesi İnsanları adını vermiş olsak bile kamuoyu bize Cumartesi Anneleri ismini daha fazla yakıştırdı.
Başladığımız günden bu yana 29 yıl geçti ve babası, abisi ya da yakını kaybedilen insanların o dönemde çocuklarken, o dönemdeyeni doğmuşlarken şimdi bu mücadelenin bir parçası olarak bu mücadeleyi devam ettiriyorlar. Düşünün ki bizim avukatımız oldular, bizim mücadelemizin ikinci, üçüncü kuşağı oldular ve mücadeleyi devam ettiriyorlar. Bunların hepsi de az önce dediğim gibi hakikatin ortaya çıkarılarak kayıplarımızın bize teslim edilmesi ve adalet için.
‘Galatasaray Meydanı, insanların yaşam hakkını koruyan bir alana dönüştü’
Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995’te ilk kez kayıplarını aramak için bir araya geldi. Aradan geçen 29 yılda neler değişti?
Aslında hem değişen şeyler oldu hem de değişmeyen şeyler oldu. Bizi Galatasaray’a götüren şey; devletin ve toplumun gözaltındaki kayıplar konusundaki suskunluğuydu. Biz o suskunluğu sessizliğimizle bozmak için Galatasaray Meydanı’na çıkmıştık. Öte tarafta bir taraftan devletin kayıpların akıbetiyle ilgili suskunluğu devam ederken adli makamların, sorumluların yargılanmasıyla ilgili suskunlukları devam ederken bizim sesimiz yükseldi.
Ayrıca o özellikle şunu söylemeliyim: 1994 yılında İnsan Hakları Derneği’ne yapılan gözaltında kayıp başvurusu 500’leri geçerken, bizim Galatasaray’a çıkışımızdan sonra bu sayı gittikçe azalmaya başladı. 1999’da ara vermek zorunda kaldığımızdaysa o yıl içerisinde gözaltında kaybedilen insan sayısı 10 civarıydı. Ve bu mücadele, yani Cumartesi İnsanlarının, Cumartesi Annelerinin Galatasaray’a çıkmış olması aslında bu ülkede bir devlet politikası olarak sürdürülen gözaltında kaybetmelerin önüne set oluşturdu ve insanların yaşam hakkını koruyan bir alan haline gelmiş oldu.
İşte bu yüzden Cumartesi Anneleri/İnsanları Galatasaray Meydanı’nı bir hafıza mekanı olarak değerlendirdiklerinde birincisi insanların yaşam hakkının korunmasının alanı oldu. Ama en önemlisi her bir kayıp yakını bulamadığı, mezarına ulaşamadığı sevdiği için Galatasaray Meydanı’ndaydı. Bu yüzden Galatasaray Meydanı o yüzden hem kayıplarımızla buluşma mekânımız, hem evimiz, hem de mezarları belli olmayan kayıplarımızın mezar yeri oldu.
Bu süreç herkesi baştan sona değiştirdi, 1000. haftasına ulaşan bu eylemlilik kadınları nasıl değiştirdi?
Aslında öncelikle şunu söyleyeyim her ne kadar isminde “anne” geçiyor olsa da bu mücadeleyi sürdüren erkek kardeşler, babalar, oğullar da var.
Dolayısıyla aslında bir kadın hareketini ya da kadınları nasıl değiştirdiği konusunda genel bir şey söylemek gerekirse sadece şunu söyleyebilirim: Çoğu kayıp yakını evlerinden hiç çıkmamış, kimi Türkçe bilmeyen, okuma-yazması olmayan kadınlardı ve okuma-yazmayı, Türkçe’yi Galatasaray’a gelmeye başladıktan sonra öğrendiler.
Ya da tek telaşları akşam evde çocuklarına ne yemek yapacağı olan kadınların telaşı hakikati aramak, adaleti istemek oldu. Ve daha da ileriye giderek insan hakları savunucusu oldular Galatasaray’daki kayıp yakınları.
‘1000. Haftada kaldırılan yasak, bir hukuk mücadelesinin sonucu‘
Galatasaray Meydanı 700. haftadan bu yana annelere kapalı. Ciddi baskılar ve yasaklamalar uygulandı. Valilik 1000. hafta için yapılan açıklamada ise yasağı kaldırdığını duyurdu. Yaklaşık 300 hafta boyunca yaşanılan baskının nedeni neydi, yasağın kaldırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu yasağın kaldırılmasının bir süreci var. Galatasaray Meydanı’nın Cumartesi Anneleri, Cumartesi İnsanları ve tüm İstanbullulara kapatılmasının ardından hukuki girişimlerimiz oldu. Bu hukuki girişimlerimizin ardından Anayasa Mahkemesi iki karar verdi: Biri benim yaptığım başvuru, bir diğeri de İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri’nin yaptığı başvuruyu Anayasa Mahkemesi inceledi ve Galatasaray Meydanı’nın kapalı olmasını ve bizim engellenmemizi hak ihlali olarak gördü.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, demokratik toplumlarda Cumartesi Anneleri gibi kamuoyu oluşturmak için bir araya gelen insanlara saygı duyulması gerektiğini söyledi. Ayrıca yeni ihlallerin önlenmesi için de kararın bir örneğini Beyoğlu Kaymakamlığı ve İstanbul Valiliği’ne gönderdiğini belirtti. Dolayısıyla biz bu kararların ardından yeniden Galatasaray Meydanı’na çıkmak istedik ama 29 hafta boyunca engellendik. 20 hafta boyunca İstiklâl’e her çıktığımızda gözaltına alındık, şiddete maruz kaldık.
Bu 29 hafta içerisinde hakkımızda açılan 29 soruşturma oldu. Bu 29 soruşturmanın 28’inde “suç unsuruna rastlanmamıştır” denildi. Yani bizim orada kayıplarımızı aramamızı bir suç unsuru olarak görmedi bu ülkenin savcıları.
Dolayısıyla geldiğimiz noktada şunu yaşadık ki 29 hafta süren yasakların altından 10 kişiyle sınırla olacak şekilde Galatasaray’da basın açıklamamızı yaptık ve yine 10 kişiyle sınırlı olacak şekilde kayıplarımızın fotoğraflarını taşımamıza izin verildi. Ama sadece İstanbul’da yaşayan 150’den fazla kayıp yakınınımız var. Bu şu demek oluyor: “Sadece 10 kişi kaybını arasın ve diğer insanlar kayıplarını sormasın.” Bizim bununla ilgili girişimlerimiz devam etti, ardından 1000. Haftamızda izin verileceği açıklandı ama biz 1001. Haftada da 699. Haftamızda ve öncesinde olduğu gibi eski düzenimizde oturmayı istiyoruz.