Share This Article
Mario Vargas Llosa: “Pablo Neruda, Latin Amerika’nın yalnızca en büyük şairlerinden biri değil, aynı zamanda bir kahramanıdır. O, kelimeleriyle halkı bir araya getirir ve onlara bir özgürlük duygusu aşılar.”
Artık meclis bile sansüre tabi. Konuşamıyorsunuz bile. Kömür madeni bölgelerinde cinayetler işlendi!
Otoriter rejimler karşısında yıkıma uğrayan halklar…
Adaletsizliğin ete kemiğe büründüğü, yalnızca kötülerin kazandığı savaşlar…
Artık cephede “iyiler”in yer almadığı bir düzen…
Eskiye olan özlemi ne denli artırıyor değil mi? Halkların sesi olup da şu an kültür emperyalizminin simgesi haline getirilen seslerden bahsediyorum. Bu seslerin sahipleri yaşasalardı, anılarının maruz kaldıkları bu tek düzelik karşısında kahrolurlardı. O seslerden birinin sahibi de Pablo Neruda.
Dünya şiirine ve düşünsel çerçevesine sonsuz katkılarda bulunan Neruda’nın gerçek ismi Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto…
O bu gezegene dünyanın şarkılarını söylemeye gelmiş bir şair… Dünyanın şarkılarını Pablo Neruda olarak dillendirmeyi seçmiş bir isim…
Pablo Neruda, 12 Temmuz 1904’te Şili’nin Parral kentinde, demiryolu işçisi José del Carmen Reyes Morales ve öğretmen Rosa Basoalto‘nun oğlu olarak dünyaya geldi. Asıl adı Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto‘dur. Annesi, o doğduktan kısa bir süre sonra tüberküloz nedeniyle hayatını kaybetti. Bunun üzerine babası, Neruda’yı Temuco şehrine götürdü ve orada Trinidad Candia Marverde ile evlendi.
Bu üvey anne, Neruda’nın hayatında önemli bir figür haline geldi ve ona “Mamadre” olarak hitap etti. Neruda, çocukluğunu Temuco’da geçirdi Aslında taşralı bir gençti. Yoksuldu. Doğduğu sınıf siyasi savaşının temelini oluşturacaktı:
Her zaman beni bostan korkuluğuna benzeten o uzun İspanyol stili pantolonu giyiyordum. İlgi çeken giyimimin gerçekte yoksulluğumun gözle görülür bir sonucu olduğunu kimse fark etmiyordu.
Bugün size taşralı o gençten bahsedeceğim…
Çünkü Neruda, dünyanın ezgilerini kaleme alan usta bir şair oluşunun dışında aynı zamanda diplomattı da…
Ve diplomatlık sayesinde gezdiği dünyada şair olarak birçok anı biriktirmiş bir isimdi de…
Şöyle der zaten:
Benim anılarım hayaletlerle dolu bir galeridir. Belki kendi hayatımı değil de başkalarının hayatını yaşadım. Benim hayatım, bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır. Bir şair hayatıdır.
Biz bu bölümde o hayaletlere uzanmayacağız. Önce, hayatını şiire dönüştürmüş bu adamın kalemini ve düşün dünyasını geliştirdiği çocukluğunu anlatacağım. Bunu yapmadan evvel de size her bölümde yaptığım ve yapacğaım gibi bir kitaptan bahsetmek istiyorum.
Neruda’nın hayatına dair şüphesiz birçok kaynağa kolayca erişmek mümkün…
Ancak biri var ki içlerinde en güzeli ve en şairane biçimde yazılmış olanı…
“En” derken abartmıyorum… Çünkü siz de takdir edersiniz ki Neruda’yı en iyi anlatacak isim yine Neruda’dır.
Pablo Neruda’nın “Yaşadığımı İtiraf Ediyorum” isimli otobiyografisini önereceğim sizlere…
Ancak bu şaire dair kolayca ulaşılabilen kaynaklardan farklı olarak şu an bulunmuyor… Baskısı yok.
Ben de zaten bir sahaftan edinmiştim… Bu yayından sonra Nadir Kitap’a bakmayı düşünecek dinleyicilerim için de baktım ancak orada da çok bir seçenek olmadığını üzülerek gördüm. Ben her haftasonu yaptığım gibi sahaflarda saatlerimi harcadığım bir gün denk gelmiştim. Altın Kitapların 1975 yılı baskısı bende mevcut. Yani diyeceğim o ki internet sitelerinde bulamazsanız gittiğiniz sahaflara mutlaka sorun belki şans yüzünüze güler.. Buradan da yayınevlerine küçük bir çağrı yapmış olalım… Bu kitabı okuyucuyla yeniden buluşturmalısınız.
Şimdi size o belgesel tadındaki kitaptan Neurda’nın ilk yazınsal sürecine dair tebessüm ettirecek bir anısını aktaracağım.
Programın devamına Youtube ve Spotify hesaplarımızdan ulaşabilirsiniz.