Share This Article
Mizah büyük ve engellenemez bir silah. Gerek hazır cevaplılığıyla, gerek zekasıyla ve gerekse diliyle büyük kitleler tarafından benimsenmiş can simididir. Mizah toplumsal olmak zorunda olduğu için değil, onun içinden çıktığı için bir maddi güçtür. Bu nedenle Türk mizahının köklü bir geçmişi vardır.
Her toplumsal ve tarihsel eşik aynı zamanda mizahın da toplum nezdinde ön plana çıkmasına neden olmuştur. Büyük baskı dönemlerinde mizah susturulmaya çalışılsa da başarısız olunmuştur. Karagöz Hacivat’ı olan, Nasrettin Hocası olan ve meddahlık kültürü olan bir doku karşımıza çıktığında doğal olarak baskının bu topraklarda işlemeyeceği anlaşılır.
Bizim ise, bu çalışmayı yapmamızın asıl edeni mizah tarihçiliğinin belli çalışmalar haricinde tam anlamıyla yapılmıyor oluşudur. Ayrıca bu tarihsel mirasın içerisinde pek çok örnek ve pratik gün yüzüne çıkartılmayı beklemektedir. Bu geniş bir arşiv çalışmasının yanında dönem özelliklerine açıklama getirmeyi ve yayının içeriğinin analizini yapmayı gerektirmektedir.
Cumhuriyet sonrası mizahı
Bu çalışma aslen 1940-50 döneminde ortaya çıkan mizah yayıncılığını ve özel olarak Nuh’un Gemisi mizah gazetesini ele almaktadır. Türkiye’de 1940’lar 2. Dünya savaşı ve sonrasında yoğun baskının yaşandığı bir dönemdir.
Savaş sonrasında Sovyetler Birliğinin Avrupa’da geniş bir hakimiyet kurması ve savaşın en önemli galibi haline gelmesinden sonra, ABD tarafından SSCB’ye yönelik planlı bir karşıtlık örüldüğünü görürüz. Bu noktada Türkiye, Sovyet bloğundan korunmak pahasına koşulsuz şartsız ABD’nin müttefikliğini talep etmiştir. Bu duru ekonomik, sosyal ve kültürel bir bağlılık yarattığı gibi, ülkenin kendi değerlerine karşı da cephe almasında neden olmuştur.
Başta da belirttiğimiz gibi mizahın bu koşullarda, “Tam bağımsızlık” vurgusunu yapmamasını düşünmek saçma olurdu. Bu nedenle Markopaşa mizah gazetesi bu dönemin anlı şanlı mücadele yayını olarak görmek yanlış olmayacaktır. Markopaşa’nın CHP karşıtlığı, toplum nezdinde karşılık bulması neticesinde bu yayına yönelik devletin baskıları arttı. Yazarları hapsedildi, hatta Sabahattin Ali bu nedenle devlet tarafından infaz edildi. Fakat Markopaşa büyük bir özveriyle yılmadan mücadele etmesini bildi.
1940’ların sonlarına gelindiğinde, mizah tarihinin en özgün yayını yayın hayatına başladı. Bu yayının adı Nuh’un Gemisi‘dir. Dergi, Markopaşa’dan sonra mizah yayıncılığına olan popülerlik nedeniyle TKP tarafından çıkartılmıştır. Yazarları arasında Zeki Baştımar, Abidin Dino ve Mehmet Ali Aybar gibi son derece önemli yazarlar bulunmaktadır. Bu ekibin hazırladığı mizah gazetesi “güldürmek” gayesini taşımamasının yanında, gerek görselleri, gerekse işlediği konularla epey farklı bir kulvar açmıştır.
Nuh’un Gemisi’ni aktarırken, belli bölümleri mercek altına almaya çalışacağız. İlki Nuh’un Gemisi’nin tarihselliği üzerinde duracağız, akabinde 1946’dan gelen ve iki sol örgüt tarafından yapılan (TSP ve TKP) tartışmanın Nuh’un Gemisi sayfalarına nasıl yansıdığına bakacağız. Son olarak, Nuh’un Gemisi üzerinden yürüyen bir kampanyaya odaklanacağız. Nâzım Hikmet’in af kapsamına girmesi için yapılan kampanyanın içeriğine bakmamız gerekecek.
Mizah’ı yayıncılığını bizim büyük tahammülsüzlüğümüzü aktaran bir araç olarak gördüğümüzde, onun tarihsel olan özgün örneklerine ayrıntılı (belki de fazlasıyla) bakmanın son derece değerli olduğuna inanıyorum. Bu nedenle mizah tarihinin en özgün deneyimini elden geldiğince toparlamaya çalıştım.
Abidin Dino (1955)
Mizahı yeniden üretmek
Mizah bizim büyük tahammülsüzlüğümüzdür diyoruz. Sebebini ise çok yalın bir biçimde açıklayabiliriz. Özellikle politik mizah insanın özgürlük talepleriyle, eşitlik inancıyla paralellik gösteren, gelişen bir araç olma özelliğini taşımaktadır.
Bu nedendendir ki, mizah insanın tüm duygusal taleplerini, öfkesini, şiddetini, üzüntüsünü ve sevincini aynı düzlemde kapsayabilir. Bu duyguları yeniden üreterek köklü bir dinamiği ortaya çıkartabilir. Yani mizah insanın tahammül edemediği düzenin eleştirisini alenen ve mizahi bir dille gerçekleştirir. Tüm baskılara ve korku duvarlarına rağmen, mizah despotlukla, hırsızlıkla, dolandırıcılıkla ve yalanla alay eder.
Politik mizahın önemi bu noktada gelişim göstererek, kişinin öfkesi, şiddeti, üzüntüsü ve sevincinin ötesinde onun düzen karşısındaki öfkesini de örgütlemesidir. Kısacası politik mizah özgürlük kavramının örgütlü söylemidir. Kitleleri buluşturan bir güldürü, onun ağızdan ağza dolaşmasıyla büyür ve geniş kitlelere yayılır.
Birçok ustanın mizaha atfettiği değer farklıdır. Fakat bizim için en önemli mizah tanımını Rıfat Ilgaz yapmıştır. Ilgaz, politik yanı ağır basan bir mizah üretimine işaret ederek, mizahın düzen karşısında pes etmediğini ve kitleleri bir araya getirdiğini vurgular. Ilgaz’a göre mizahı, düzenin laçka olduğu, değer yargılarının ters yüz edildiği, geçim dengesinin egemen güçler lehine bozulduğu dönemlerde halkı yüreklendiren, gerçekleri bütün absürtlüğüyle haksızlığa uğrayanlara hatırlatan bir güç olduğunu söyler.
Mizah bir umut kaynağı olmasının yanında, direnişin en kritik noktasında yer alır. Derin bunalım dönemlerinde, insanların sorumlular hakkında fikir beyanı da bir çeşit mizahi dil kazanır. Bu durum, geçmişten bugüne dek değişmeyen bir doğal yasadır. Baskının sonucunda, güldürü doğal ve beklenmedik bir refleks olarak ortaya çıkar. Ve psikolojik bir etki yaratır. Mizah, savaşa karşı nükteler aracılığıyla bir karşılık verir.
Bunu şu şekilde açıklayabiliriz, milletlerin parçalanma ve çöküş dönemine girdiği çağlarda; insanların savaş ve buhranların ardından dayanma güçlerini kaybettikleri zamanlarda, mizahı silah olarak kullandıkları görülür. Atinalılarda Aristophanes, Türklerde Nasreddin Hoca gibi karakterler en buhranlı dönemlerde, halkın kurtarıcı gördüğü kişiler olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır.
Bugüne dönecek olursak, yakın bir zamanda Haziran direnişinde kitlelerin mizahı nasıl kullandığı, bu baskı ve şiddet döneminde, güldürüyü karşı saldırı olarak nasıl kurguladıklarını görmüş olduk. Elbette ortaya çıkan bu enerji Türk mizahının önemli bir tarihselliğinin de sonucudur.
Peki, haziranda ortaya çıkan mizahi dili ne tetiklemiştir? Haziran eylemlerinde ortaya çıkan dinamiğin altında, başta egemen güçler olmak üzere, bir bütün olarak düzeni ve yönetenlerin despot uygulamalarını eleştirmek, sosyal doku içindeki imajlarını zedelemek ve statülerini kaybettirmek vardır. Ve bu karşı saldırı (nükteler savaşı) karşılık bulmuş, toplumun düzen ve gericilik karşısında önemli ölçüde mizahı kalkan yaptığı gözlenmiştir.
Haziran direnişinden sonra, ortada ayan beyan bir kazanım vardır. Bu kazanım, kitlelerin moral depoladığı, korkularını mizah kanalıyla toprağa gömmesi durumudur. Ve yarınki mücadelede bu kazanımlar daha büyük kitlesel sıçramalara neden olacaktır. Kitlelerin ruhunu diri tutan da, Haziranın içersinde filizlenen güldürü sanatıdır.
Örgütlü mizah
Yukarıda, mizahın büyük bir örgütleyici dinamiğinin olduğuna değindik. Bu dün olduğu kadar bugün de böyledir. Türkiye’nin basılı mizah tarihi 1870’de Diyojen‘le başlamış, sırasıyla Çıngıraklı Tatar, Hayal, Letaif-i Asar, Kahkaha, Çaylak, Beberuhi, Laklak, Protesto (Her gün ve icabında bir veya iki def’a neşrolunur, Türkçe, Arapça siyasi ve süun-ı muhtelifeden bahis musavver mefafi-i mülk ve devlet ve meşruiyete hadim Osmanlı gazetesidir.” 22 Mart 1325), Boşboğaz ve Güllabi, Karagöz, Gagaburun, İbiş vs. ile genişleyerek devam etmiştir.
Kronolojik olarak ilerleyen basılı mizah kültürü, önemli bir eşiğe Markopaşa ile ulaşmıştır. Öyle ki, tan gazetesinin kapatılmasından sonra, Sabahattin Ali ve Aziz Nesin‘in başlattığı gazete, Türk mizahının politik karakterini kazanmasını sağlamıştır. Sonrasında Sabahattin Ali tarafından çıkartılan Kırk haramilere karşı Ali Baba “Haftalık Siyasi Mizah Gazetesi”, Markopaşa serilerinin devamı olarak görülür. Kısacası çıktığı tarihten sonra hızla popülerlik kazanmış olan Siyasi mizah dergileri, kendi muhalif takipçilerini de yaratmıştır.
Mehmet Ali Aybar
Hatta, Markopaşa’nın sansür nedeniyle matbaadan çıkamadığı dönemlerde bile takipçileri Markopaşayı bırakmamış, Markopaşa matbaadan çıkabildiği günlerde hızla tüketilmiştir. Devletin baskıları sonucunda gerek Aziz Nesin, gerekse Sabahattin Ali Markopaşa‘yı yayınlamak suçundan içeri düşmüşler, fakat gazeteyi hapishanede hazırlamaya devam etmişlerdir.
Hazırlanan yazılar Halûk Yetiş tarafından gizlice çıkartılacaktır. Gazete inatla yayınını sürdürmekte, hatta gazeteyi basacak matbaa bulunamadığında, hapiste olmayan kadroları tarafından Markopaşa teksir makinesinde çoğaltılacaktır. Her hareketin polis takibine takıldığı bir dönemde teksir makinesiyle yirmi bin kopya hazırlamak muazzam bir enerji ve direniş göstergesidir.
Markopaşa örneğinden sonra, ortaya çıkan mizah geleneğine adıyla sanıyla, örgütlü mizah hareketi diyebiliriz. Toplumsal çelişkilerin gözler önüne serildiği, despot devlet idaresinin bu kadar “tiye alındığı” bir derginin kitlelerce sahiplenilmesi ve adeta kendi toplumsallığını oluşturması göz ardı edilemez. Hal böyle olunca, illegal şartlarda mücadele veren Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) de benzeri bir çalışmayı yapması planlanmıştır.
Nuh’un Gemisi’nin Tarihi
Yukarıda bahsettiğimiz gelişmelerin ışığında, mizahın toplumsal etkileri ortaya çıkmış ve bu dinamik önemli ölçüde etkin bir siyasal araç haline gelmiştir. TKP‘nin illegal şartlarda yaptığı çalışması ve kitle ile kurulan sınırlı teması aşmak için politik bir mizah dergisinin hazırlanması düşünülmüştür. Bu maksatla Nuh’un Gemisi, 2 Kasım 1949 tarihinde yayın hayatına başlamış ve 31 Mayıs 1950 tarihine kadar toplam 31 sayı yayınlanmış bir çalışmadır. Burada değinmemiz gereken önemli bir nokta ise, TKP kadrolarının o döneme ait yayınlarının dönemlik ihtiyaçlara göre belirlemesidir.
Parti, yayıncılık faaliyetine girmediği dönemde kimi gazete ve dergilere yazılı katkılarda bulunmuş (TKP ‘Geveze’ isimli mizah dergisine yazı desteği vermiştir. 46 senesinde YIĞIN, SENDİKA ve GÜN gibi popüler yayınlara yazılı katkılarda da bulunmuştur), mizahın popüler olduğu bir dönemde mizah aracılığıyla siyasi çalışma yapmak için bir gazete çıkartmıştır. Ayrıca, savaşa karşı bir barış cephesi örmeye çalışırken Barış Yolu dergisini hazırlamışlardır.
Bu çalışmaların illegal bir dönemde çıkması neticesinde, yapılan çalışmalarda kimin hangi katkıyı sunduğunu ayrıntısıyla bilemiyoruz. Ama kaynakları taradığımızda Nuh’un Gemisi için üç önemli isim ile karşılaşıyoruz. Bu isimler; Abidin Dino, Mehmet Ali Aybar (Başyazar) ve Zeki Baştımardır.
Mehmet Ali Aybar’ın Nuh’un Gemisi’nde başyazarlık görevini aldığı çalışmada yazdığı yazılar bir süre sonra derleme kitaplarında da yayınlanacaktır. Aybar’ın, Nuh mahlasıyla yazdığı başyazıları haricinde dönemin politikalarını eleştiren farklı (imzasız) yazılar da yazdığı anlaşılmaktadır. Bu yazılar mizahi olmakla birlikte, gazetenin ve dolayısıyla TKP’in aktüel olaylarla ilgili siyasi görüşlerini yansıttığı için oldukça önemlidir.
Yazılarda sıkça vurgulanan Cumhuriyet’in Emperyalizme karşı savaşarak kurulduğudur. Yabancı sermayenin ülkede yaratacağı tahribata işaret edilmekte, siyaset zemininde görülen dinsel referanslar nedeniyle irticaya cephe almaktadır. Olumlanan ise, “şaşmaz sağduyusu ile olayları gelişmeleri kavrayan Türk halkıdır. Onun en önemli karakteristiği, bağımsızlığına olan düşkünlüğüdür” denmektedir.
Nuh’un Gemisi, aslen Zeki Baştımar’ın projesidir. Reşat Fuat Baraner ve Şefik Hüsnü’nün hapiste olması nedeniyle, derginin yönetimini Zeki Baştımar üstlenmiştir. Baştımar’ında bir mizah gazetesi çıkartma kararının altında, bir dönem Markopaşa’nın yarattığı tarzın yaygınlık kazanması vardır. Bu durum partinin tercihlerini doğrudan etkilemiştir. Fakat Nuh’un Gemisi, kendi tarzını yakalamıştır. Markopaşa’ya kıyasla daha ciddidir.
Rasih Nuri İleri (2001)
Derginin dili siyasi hicivlerden ziyade, polemikçi bir üsluptadır. Bu da, derginin popülerliğini ciddi şekilde etkilemektedir. Elbette sadece satışların düşük oluşunun (Markopaşa’ya nazaran) sadece üsluba bağlı olduğunu söylemek yanlış olur. Nuh’un Gemisi, mizah yayınlarının genel olarak düşük satışlarla var olabildiği bir dönemde yayına başlamış olması nedeniyle de istenilen popülerliğe ulaşamamıştır. DP’nin iktidarı devraldığı 1950 Mayıs’ında yayına son verilmesi ise, yeni başlayan bir dönemin değişen şartlarıyla ve ciddi bir tecrübenin sonucunda daha ciddi yayınlar çıkartmakla ilgilidir.
Ayrıca Nuh’un Gemisi, Markopaşa’ya nazaran daha ılımlı bir ortamda yayınlanmış, CHP’ye yönelttiği eleştiriler sonucunda sansüre uğramamış veya toplatılmamıştır. 49 döneminde baskı, Markopaşa’nın yayınlandığı 1946 dönemine nazaran daha ılımlıdır (Bu açıdan bakıldığında da Markopaşa’nın bu kadar popüler olmasının altında da o dönem toplumdaki CHP karşıtlığı olduğunu rahatça görebiliriz). Yine de, Nuh’un Gemisi 6 ayrı matbaada, 8 kez matbaa değişikliği yapmıştır. Bu muhtemelen dergiden ziyade, matbaalara uygulanan baskıların neticesidir.
İlk sayısının manşeti “Nuh’un Gemisi Geldi”dir. Markopaşa, Karagöz, Nasrettin Hoca, Ali Baba, Öküz Mehmet Paşa gibi mizahileştirilerek kullanılan Nuh tiplemesi, habere göre gemisiyle birlikte İstanbul’a gelmiş ve gazetecilerle görüşmeye başlamıştır. Hikmet Uydurur imzasıyla yayınlanan haberde, Nuh’a soru soran gazeteciler mizahi bir dille anlatılmaktadır.
Nuh, Kasımpaşa’da bir fakirhaneye yerleşmiş ve gazetecilerin aşırı ilgi ve sorularını kayıtsızca dinleyen oldukça sakin biri olarak tasvir edilmiştir. İkinci sayıda ise, Amerikan Senatörleri Nuh’u ziyaret ederler ve ona yardım etmek istemektedirler: Nuh, “Elden gelecek hayır Allahtan gelsin” diye cevabı yapıştırır. Fakat yine de Senatörler Nuh’a zorla yardım planı hazırlarlar. Sonraki sayılarda Nuh tiplemesi bu kadar sık kullanılmaz.
Geminin yazarları arasında; Başyazar Nuh, Bay Maymun, Fil oğlumuz, Bayan Nuh (Kadın gözüyle), Güvercin (Haberci) farenin kemirdikleri vd. gazetedeki köşelerin sahipleridir. Ayrıca İlk sayıda hoş bir öykü bulunmaktadır. Bu öykü aynı zamanda küçük çaplı bir manifesto niteliğindedir. Nuh’un Gemisinin maksadı bu öyküde açıklanmaktadır.
‘Babaalinin Doktoru’ adlı öyküde, Nuh’un Gemisini çıkartmayı kafasına koymuş yayıncının arkadaşları, yayıncıyı bu fikrinden döndürmek için çok uğraşırlar, başaramayınca da bu rahatsızlığa teşhis koymak üzere kendisini bir doktora gönderirler. Doktor ona nasıl bir gazete çıkartacağını sorar;
“Baldır bacak gazetesi mi, cinayet mi, spor mu, sinema mı, mizah mı?
– Evet mizah…
– Nasıl mizah? Havadan sudan mizah mı?
– Hayır siyasi mizah…
– Ya… Vah vah… Daha da pek gençsiniz… Soyunun da bir muayene edeyim.
Soyundum ciğerlerimi, kalbimi dinledi. Dizlerime vurdu. Sonra,
– Evet, dayanırsınız; sağlamsınız maşallah. Giyinin (…) Oğlum sen aklı başında bir gence benziyorsun. Tabii para kazanmak, geçinmek istersin. Gazeteyi de bunun için çıkarıyorsun…
– Hayır diye sözünü kestim. Ben her şeyden evvel halka hizmet etmek isterim.
Doktor birden yerinden fırladı ve kapıyı gösterdi…
– O halde yanlış geldiniz. Ben deli doktoru değilim ve delilerle de uğraşacak vaktim yok. Lütfen çıkınız.
Öyküde “ticari gayesi olmayan” ibaresinin maksadı gayet açıktır, o dönem muhalif mizah odakları olduğu gibi, devlet tarafından desteklenen mizah dergileri de bulunmaktadır. Akbaba dergisini bu kategoriye rahatlıkla sokabiliriz. Bu nedenle Nuh’un Gemisi bu mizah alanında tuttuğu yeri alenen belirtmektedir; Nuh’un Gemisi muhaliftir, bir mücadele yayınıdır, hepsinden önemlisi bir TKP yayınıdır. Bu nitelikler aslen gazetenin mizah anlayışını oluşturmaktadır.
Mutlaka toplumsal konular ele alınmakta ve güncel olaylar incelenmektedir. Bu nedenle, Nuh’un Gemisi‘nin okuyucularını mutlaka eğlendirmek gibi bir niyeti yoktur. Mesela, 16 Kasım 1949 tarihinde çıkan bir yazıda Emperyalizme dikkat çeken, ona karşı uyaran bir üslup vardır; “bağımsızlığımızdan her gün yeni fedakârlıklar yapmak zorunda kalıyoruz. Zira yabancı bir hükümetin yani, Amerika’nın yardımı (?!) kesmek tehdidiyle gümrük tarifelerimizde dilediği değişiklikleri yaptırması, milli bağımsızlığımızla asla telafi edilemez.”
Bir diğer yazıda yine benzer bir vurguyla bu sefer Amerikan sermayesinin ülkeyi açık pazar haline getirmesi işleniyor:
Amerikan Emperyalizmi, kendisini her gün biraz daha çok hissettiren iktisadi buhranın pençesinden kurtulmak ve dünyayı, mallarını serbestçe sürebileceği, parasını kârla işletebileceği bir Amerikan pazarı haline getirmek ümidiyle, dünya milletleri için kanlı fakat Amerikan sermayecileri için kârlı bir harbin hazırlıklarıyla meşguldürler.
Nuh’un Gemisi 30.11.1949
Bu nedenle, Nuh’un Gemisi klasik alamda bir hiciv yayınından ziyade, siyasi bir mücadele aracı anlamına gelmektedir. Nuh’un Gemisi‘ni açıklarken, salt yapısal özelliklerini ele almak, eksikli bir anlatım olacaktır. Çünkü Nuh’un Gemisi bir mücadele yayınıysa, o döneme özgü tartışmaların ve kampanyaların arka planının analiz edilmesi gerekir.
1949-50 sürecinde solun (TKP–TSP) iç tartışmalarının nedenleri, bu tartışmalarda Nuh’un Gemisi‘nin aldığı konumu görmek gerekir. Ayrıca, Nâzım Hikmet’in özgürlüğü için yapılan kampanyanın önemli bir ayağını oluşturan Nuh’un Gemisi’nde çıkan yazıların hatırlanması tarihsel açıdan da önemli olacaktır. Bu nedenle ilkin, Nuh’un Gemisi’nde çıkan Esat Adil ile girişilen polemiklere bakacağız; ardından Nuh’un Gemisi‘nin aktif olarak yürüttüğü “Nâzım’a özgürlük” çalışmasını ele alacağız.
TKP – Esat Adil Polemiği
Bu başlığı atmamızın sebebi, Nuh’un Gemisi’nin bir dönem solun iç tartışmalarını kendi sayfasına taşımasıdır. Elbette bu tartışmaların ayrıntılarının irdelenmesi bugün açısından pek birşey ifade etmeyecektir. Fakat bence önemli olan, politik bir mizah gazetesinin serüvenine bakarken onun arka planındaki kimi noktaların açılması gerektiğidir. Ayrıca terihsel belleğin yeniden tazelenmesi de bu tip çalışmalarda somutluk bakımından önemlidir.
Başta da belirttiğimiz gibi Nuh’un Gemisi örgütlü bir yayındır. Dönem şartlarında yaşanan baskılar neticesinde illegal koşullarda çalışma yürüten Türkiye Komünist Partisi, Nuh’un Gemisi’ni bir dışa sesleniş aracı olarak kurgulamış ve bu yayın üzerinden TKP’nin güncel politik hattı aktarılmaya çalışılmıştır.
Bu haliyle Nuh’un Gemisi mizah tarihimize apayrı bir yer tutmaktadır. Onun bu yapısı Türkiye Sosyalist Partisi ile yaşanan tartışmalardan sonra bence daha da özgün bir örnek haline gelmesine neden olmuştur. Çünkü Türk mizahında daha önce hiçbir yayın politk bir farklılığın örgütsel tartışmasını sayfasına taşımamıştır. Peki, Nuh’un Gemisi‘nde çıkan bu tartışmalar nelerdir? Elimizden geldiğince ve kaynaklar yettiğince bu konuya dair bir aktarım yapmaya gayret edeceğiz.
Başlangıçta şunu belirtmemiz gerekir ki, bu tartışmalar Nuh’un Gemisi’nde 6 sayı kadar sürmüştür. Bu tartışmalar ilk olarak Nuh’un Gemisi çakmıştır; 22 Şubat 1950 tarihinde çıkan 17. Sayıda yer alan küçük bir fıkrayla bu tartışmaya başlamış olur. Fıkra şu şekildedir:
Okudun mu, yeniıkmaya başlayan güya Sosyalist bir gazete (Reşat Şemsettin) Sirer işçiler için faydalı işler yaptı diyor. Gerçek söze ne denir?
Bu Gerçek dergisinden cevap gecikmez; ardından Nuh’un Gemisi‘nde bu karşı cevaba dair Nuh Çarpıyor üst başlığıyla bir köşe ayrılır. Bu cevaplar genel olarak “Nuh” yani Mehmet Ali Aybar tarafından verilmektedir. Bu tartışmaların temel nedenlerini ise şu şekilde belirtebiliriz; ilkin Esat Adil’in bir Fransız gazetesine Türkiye sosyalist hareketinin tarihine dair vardiği beyanat nedeniyle tartışma başlamıştır.
Ayrıca, Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun TSP’yi kurarak legal alana çıkması üzerine, TKP’nin de Dr. Şefik Hüsnü önderliğinde Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi’ni kurması sonucunda Esat Adil, Dr. Şefik Hüsnü’ye “Kariyerizim” suçlaması getirmiştir. Sonrasında SSCB’nin TSP’yi sahte partiler listesine alması ve akabinde TKP’nin “Moskova’nın Sesi” radyosundan Esat Adil grubunu çok sert bir dille eleştirdiği görülmüştür.
Ayrıca, Esat Adil’in “aşamacılık” saplantısıyla yaptığı açıklamada, Marsall yardımlarını adeta “memleketin hayrına” diyerek savunması, TSP’den toplu istifalarla TSEKP’ye geçilmesi, yaşanan 46 ve 47 Tevkifatında, TSP’nin tutumu bu tartışmaların esas nedenleridir.
Bu noktada yaşanan tartışmaları ayrıntılandırmaya çalışalım. İlkin, Esat Adil’in Fransız gazetesine vermiş olduğu reportajın bir nevi tartışmaların başlangıç noktası olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Esat Adil, TSP’nin Cumhuriyet devrinin ilk Sosyalist hareketi olduğunu söylemesi ile daha önce aralarında tartışma olmayan bu iki örgütün arası açılıyor.
Sonrasında öğrendiğimiz üzere bu tartışma TKP’nin geleneği, tarihi ve tarih yazıcılığına ilişkin bir boyutta olup, TSP üyesi İbrahim Topçuoğlu ve Rasih Nuri arasında yaşanıyor. Karşılıklı süren bu polemiğin ayrıntılarını maalesef öğrenemedim. Sadece, İbrahim Topçuoğlu’nun 1976 yılında yayınlanan Neden 2 Sosyalist Partisi kitabı hakkında dönemin Birikim dergisinde sunulan kimi aktarımlarına ulaşabildim. Bu kaynak üzerinden edindiğim bilgiye göre, tartışmanın içeriğinde Topçuoğlu’nun tutarsız ve kaynak belirtmeksizin yapmış olduğu eleştiriler göze çarpıyor.
Örneğin Rasih Nuri, partinin içersinde, Dr. Şefik Hüsnü’nün aydınlar “grubuyla”, Mustafa Suphi geleneğinden gelen “örgütçüler grubu” arasındaki sürtüşmeyi, Topçuoğlu’nun kasten çarpıttırdığını belirtiliyor. Sonrasında partinin kuruluş tarihi üzerine bir başka tartışma açılarak, partinin 1914 de kurulduğu belirtiliyor. Ve net olarak belirtilen, Türkiye’de tarihsel olarak örgütlü hareket eden TSP haricinde bir hareketin bulunmayışıdır.
Bir diğer tartışma başlığı, TSEKP’nin TSP’nin kuruluş sürecinin akabinde kurulmasıdır. Esat Adil bu hareketi baltalayıcı bir hareket olarak nitelendirmiş, bunun sonucunda da TKP’nin legal kolu olan TSEKP ile tüm temaslarını kesmiştir. Bu sürecin öncesinde Esat Adil uzunca bir zaman TKP ile birleşme zemini için mektuplar yollamış, fakat bu mektupların hiçbiri dikkate alınmamıştır.
Sonrasında Esat Adil tavır değişikliğine gitmiş ve Dr. Şefik Hüsnü’yü “kariyerist” olarak göstermeye başlamıştır. Bu noktadan sonra, Nuh’un Gemisi‘nde Zeki Baştımar, Mehmet Ali Aybar, Abidin Dino ve Rasih Nuri İleri’nin Gerçek dergisine yazdıkları açıklamalar göze çarpmaktadır. Ama ilk önce Gerçek dergisinin özellikle Dr. Şefik Hüsnü’yü hedef alan “Kariyerizm” suçlamasını açmamız gerek. Gerçek dergisi bu suçlamanın temelini Abidin Nesimi’nin kulağına gelen konuşma üzerine temellendiriyor.
Abidin Nesimi şu şekilde açıklıyor: “Bir gün Münir Selim, Dr. Şefik Hüsnü ile İstiklal caddesi tünel girişinde karşılaşmış, Dr. Şefik Hüsnü, Münir Selime bir legal parti kurma çalışmasına girdiğini söylemiştir. Münir Selim de ona, “yahu Doktor Türkiye Amerika’nın peyki olma yolunda, bu durumda senin kuracağın partiyi derhal kapatırlar”diyor. O da, biliyorum ama ne yapayım ki, Esat Adil partiyi kurdu, benim kadrom nereden bakarsan bak otuz-kırk kişi onlar da Esat Adil’in partisine giderse benim hayat-ı siyasetim tükenir.
Diyerek cevaplıyor. Bence Şefik Hüsnü, TSEKP’yi kendi siyasi hayatının bitmemesi için kurdu.” İşte bu noktadan sonra, tartışmalar başlıyor. Zaten Dr. Şefik Hüsnü’nün talaşının kendi kariyeri olmadığı TSP’nin programına bakıldığında alenen görülecektir. Programın temel içeriği, ithal sosyalizme hayır diyen, ilk önce kapitalist iktisadi ilerleyişin önünü açmak gerektiğine işaret eden bir program olmasıdır.
Ve yukarda da belirttiğimiz TSP programı alenen İngiliz işçi partisinden esinlenerek hazırlandığı görülür. Hatta Esat Adil’in Komünist harekete nasıl baktığını Gerçek dergisinde çıkan yazısı özetler niteliktedir.
Biz sadece sosyalistiz. Bunda aşırı her iddiayı bir gevezelik, bir zevzeklik, realite dışı bir ütopya sayıyoruz. Hatta biz sosyalist değil, sosyalist cemiyetin çok uzağında yaşayan bir cemiyet tipi içinde burjuva demokratik inkılâpçılarının fikir ve aksiyon yardımcıları ve sosyalizm idealistleriyiz. Türkiye’deki komünizm heveskârları ile pan-turanizm ütopistleri arasında zerre kadar fark yoktur. Yüzde sekseninin okuma yazma bilmediği, yüzde seksen birinin orta çağ istihsal sistemine bağlı köylü kitlesinin yaşadığı bir memlekette kızıl elma sevdası çekenlerle, henüz burjuva demokrasisinin alfabesini öğrenmekle meşgul bir memlekette sosyalizmin en son merhalesine sıçrayıvermek gibi korkunç bir isteri geçirenler ya marazi bir ruh ve akıl hastasıdır yahut sadece şarlatanlardır.
Gerçek, 15.2.1950
Sanırım Dr. Şefik Hüsnü bu Şovenist Sosyal Demokrat hareketin karşısına, TKP’nin legal kolunu çıkartmasaydı, belki de Türkiye solu daha başlangıcında kambur doğacaktı. Rasih Nuri İleri benzeri bir vurgu yapmaktadır; Esat Adil’in 1950 yılında Gerçek adlı parti yayınında çıkan yazılarından örnekler vererek, “Sanırım ki, bazılarının eleştirdiği Dr. Şefik Hüsnü’nün 1946’da TSP’den hemen sonra TSEKP’yi geleneksel kadrosuyla kurmasının ne gibi bir sapma tehlikesini önlediği artık açıkça anlaşılmaktadır” diyecektir.
Yani mesele Abidin Nesimi’nin aktardığı gibi Dr. Şefik Hüsnü‘nün kişisel kariyer saplantısı değil, 2. Enternasyonal çizgisindeki bir hareketin önüne geçebilme manevrasıdır. Bunun neticeleri de TSEKP kurulduktan yedi ay sonra görülecektir. 14 Temmuz 1946 günü TSP İzmir vilayet şubesi ve Samsun şubesi bir bildiri kaleme alarak, TSP’den istifa ederek TSEKP’ye geçtiklerini açıklarlar. Bu süreçten sonra iki örgütün arasındaki tartışma daha da şiddetlenmiştir.
Peki, bu karşıtlığın sadece TKP’nin kendi merkezi hattından kaynaklandığını söyleyebilir miyiz? Bu noktada bir varsayımda bulunabiliriz. Tartışmanın ilk etabında TKP’nin SSCB Bilimler Akademisi’nin TSP hakkında vermiş olduğu karar sonucunda bu örgüte karşı tavır aldığıdır. SSCB Bilimler Akademisi, Dr. Şefik Hüsnü’nün kurmuş olduğu TSEKP’yi Türkiye’deki tek Sosyalist odak olarak görmesi ve Esat Adil’i Şovenist Sosyal Demokrat olarak lanse etmesinin ardından TSP’yi “Sahte Partiler” listesine almasıyla iki örgüt arasındaki ilk ayrımın etmeli atılıyor. Esat Adil’in yaşamına baktığımızda, Belçika’da doktora öğrencisiyken tanıştığı Emile Vanderveld aracılığıyla 2. Enternasyonal’i benimsediğini ve buradan esinlenerek milli ve halkçı bir sosyalizm çıkartmayı hedeflediğini görüyoruz.
Esat Adil, birçok yazısında, sıklıkla İngiltere’deki toplumsal yapıya dayanan İsçi Partisi’yle, Türkiye’deki toplumsal yapıyı kıyaslayarak TSP programında bir yol çizmeye gayret etmiştir. Avrupa’da Avro-komünizmin yeni yeni filizlendiği bir dönemde, Türkiye’de SSCB’den bağımsız farklı bir sosyalizm alternatifini benimsemek gerektiğini açıklamıştır. Bu noktada, SSCB Bilimler Akademisi niçin TSP’yi “Sahte Partiler” listesine aldığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca, Esat Adil o dönem yazılarında iki temel görüşe yer vermiştir. İlki, “Biz sosyalistiz, onlar komünist” diye özetlenebilecek kimi ihbar niteliğinde tutumlar takınmış olmasıdır. İkincisi ise, Amerikan Marshall yardımına ilişkin görece iyimserliği ve ılımlı yaklaşımıdır. Demokrasi ve kapitalizmin gelişmesinin doğal sonucunun sosyalizm olduğunu savunarak, Batı Avrupa ülkelerinden, özellikle İngiltere örneğini vermektedir. “Komünizme ve komüniste karşı mücadele” başlıklı yazısında, dünyanın her yerinde sosyalistlerle komünistlerin anlaşmazlık içinde olduğunu, komünizme karşı en kuvvetli cepheyi sosyalistlerin oluşturduğunu belirtir.
Ona göre, komünizmin yerleşmesi gerçekten önlenmek isteniyorsa, sosyalistleri desteklemek ve kuvvetli bir sosyalist partinin mevcudiyetine gayret ve yardım etmek zorunludur.
4 Haziran 1946 tarihinde (TSP’nin kuruluşuna) kadar Türkiye’de devamlı, istikrarlı ve kanuni hiçbir sol cenah hareketi yaratılmadığını savunan Esat Adil, bunu iki temele bağlamaktadır. İlkin mevcut yasal düzenlemelerin olmayışı, ikincisi ise “Memleketin kendine has şartlarını kavrayarak bunu milli bir dava, milli hareket halinde ortaya atmanın lüzumundan tamamıyla bihaber birkaç şahsın, akıllarında ve bu davaya bir ‘mührü Süleyman’ gibi kendi inhisarları alında bulundurmaya heveslenmiş olmalarından ileri geliyordu.”
Esat Adil kendisiyle birlikte milli realiteleri kökünde koruyan beş-on militanın TSP’ni kurarak, ilk defa sosyalizmi bir dava haline getirdiklerini, onu yabancı bir ithal emitası zannedenlerin elinden kurtardığını düşünmektedir.
Reşat Fuat Baraner ve Şefik Hüsnü’nün mahkûmiyetleri nedeniyle o dönem Nuh’un Gemisi‘nde çıkan bu karşı eleştiri yazılarının Zeki Baştımar veya Abidin Dino tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Nuh’un Gemisi’nden çıkan bu yazılarda, Esat Adil’in sosyal demokrat olması bir yana, en büyük eleştiri Amerikan yardımlarını desteklemesi yüzünden gelmektedir.
“Nazariye parlak! Hem sermaye olacak, hem sömürücü olmayacak. Hem Amerikan sermayesi olacak, hem siyasi maksatlar gütmeyecek. Ve bütün bu şartlar 1950 yılı Türkiye’sinde gerçekleşecek… Yaşa be gerçekçi sosyalist (…) Türkiye, manivelası Amerika’nın elinde olan siyasi dolapların bir çarkı olmuştur. (…) Amerika kabına sığmayan istihsalini akıtmak yolunu bulamazsa, elinde kalan malların altında elinde kalan malların altında ezilmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. İstatistiklere bir göz at yeter. Oysaki dünyanın dört bir köşesinde zafere ulaşan milli kurtuluş hareketleri eldeki paraları boyuna daraltmaktadır. Bu tehlikeyi önlemek için, Amerika yabancı ülkeleri kendi nüfuz ve hâkimiyeti altına almak ister.”
Nuh’un Gemisi, 01.03.1950
Gerçek dergisinin 23. Sayısında, Hindistan tahliline dair Nuh’un Gemisi’nde bir eleştiri çıkar, konu Esat Adil’in Türkiye’ye ilişkin görüşlerine bağlanır:
İşte onun Türkiye halkına vaat ettiği sosyalist Türkiye: Harici, iktisadi ve askeri istiklali olmayan bir Türkiye… Yeter be kadıoğlu, bu milletin bir istiklal savaşı vermiş olduğunu düşün de bir parça utan ve çek arabanı artık.
Nuh’un Gemisi 05.04.1950
Bu tartışmaların temeli nereye dayanmaktadır? En kritik nokta şüphesiz 47 Tevkifatı’nda yaşananlardır. İlkin, Esat Adil’in takınmış olduğu teslimiyetçi tutum ve mahkûmiyetin faturasını dolaylı yoldan TKP kadrolarına çıkartması iki parti arasındaki bağın kopmasına neden olmuştur. Esat Adil, Gerçek dergisinde çıkan yazısında şöyle demektedir:
Yurt ve dünya realitelerinin dışında kalmış bir kaç sergüzeştin baltalayıcı hareketlerinden faydalanan sıkıyönetim Recep Peker hükümeti, Türkiye Sosyalist Partisi‘ni de kapatmış ve mensuplarını mahkemeye vermiştir.” Esat Adil’in o dönem takındığı tutumu ise, Rasih Nuri İleri yıllar sonra şöyle değerlendirecektir; “Şefik Hüsnü’nün hareketini kötülemek pahasına iş görebileceğini sanmış, yaranamamış bir süre sonra verdiği tavizlere rağmen tutuklanmış, partisi kapatılmıştır. Birkaç yıl sonra, beraat etmesi, hesabının temel yanılgısını ve çirkinliğini değiştirmez.
R.N.İleri, 2001
Hayk Açıkgöz’ün yazmış olduğu Anadolulu Bir Ermeni Komünistin Hayatından Anılar kitabında yaşananlara dair bir değerlendirme bulunmaktadır. Hayk Açıkgöz, Esat Adil’in 1947 TKP Davasındaki müdafaasının yanlışlığını şu şekilde anlatır:
Aklınca partisini tekrar legal olarak açabilmek için; kendisinin komünist olmadığını, eğer komünist partilerin memleketimizde zayıflaması isteniyorsa, kendisi gibi komünist olmayan ılımlı sosyalistlerin kuracakları sosyalist partilere müsaade edilmesi gerektiği tezini ileri sürdü. Güya yaptığı bir taktikti. Bana göre de bir taktikti ama yanlış, yapılmaması gereken bir taktikti. Şefik Hüsnü grubu bundan istifade etmesini bildi. “Ve nihayet kendini tutamadı, maskesini attı, içindeki zehri döktü. (1)
Dava esnasında ve sonrasında TSP grubu adeta TKP tarafından aforoz edilmiştir. Dava esnasında ortak bir savunma verilmediği gibi, karşıtlık sürdürülmüş; hapishane döneminde ise, farklı komünler kurmuşlardır.
Esat Adil, 14 Temmuz 1948’de beraat etmesinden sonra hızlıca gazetesi Gerçeği tekrar yayına hazırlamıştır. Gerçek dergisinin 1948 sonrasında çıkan sayılarında, yukarda belirttiğimiz polemik ağırlıklı dil hakim kılınmıştır. Bu sayılarda, temel nokta TKP’den hangi yönde ayrışıldığıdır. Ayrıca, dergide tevkifata getirilen yorum ise, alenen TKP kadrolarını suçlamaya yöneliktir.
“Her şeyi sabote etmekte, her müspet hakikati baltalamak ve her aksiyonu kıskanmaktan başka ellerinden bir şey gelmeyen mührü Süleymancılar, derhal faaliyete koyularak sosyalist maskesi altında gizlediği kalpazanca hareketlerini kanun çizgisi dışında çıkarıp, asıl samimi sosyalist hareketi üzerinde de sui zamanını çelmeğe ve hareketi apaçık satmağa muvaffak oldular ve 16 Aralık tevkifatına sebebiyet verdiler.”
Gerçek 10.10.1950
Yukarıda belirttiğimiz süreçlerin abartı derecesinde ayrıntı içerdiğini düşünenler olacaktır. Bir noktada haklılık payı olsa da, Nuh’un Gemisi’nde yaşanan polemiklerin iç yüzünü, nedenlerini açıklığa kavuşturulmadan belirtilenlerin sığ kalacağı düşünüyorum. Ayrıca bu başlığa dair anlatılanların güncel olmaması bir sorun olarak gösterilebilir.
Özellikle Nuh’un Gemisi’nde sadece 6 sayı devam eden bu polemiğin neden bu kadar deşildiği de sorulacaktır. Yazının güncel olup olmadığı meselesinde, giriş yazısında belirtmiş olduğumuz vurguyu yineleyebiliriz. Orada belirttiğimiz temel vurgu bu makalede ve diğer çalışmalarda yapılması gerekenin, mizah yayıncılığının tarihselliğini ayrıntılandırmaya çalışmamızdı. Bu nedenledir ki, Nuh’un Gemisi’nde sadece 6 sayı çıkan bu bölüm aslında Nuh’un Gemisi’nin bir dönem durduğu yeri özetler niteliktedir.
Nâzım’a Özgürlük!!!
Nuh’un Gemisi’nde ön çıkan bir diğer önemli çalışma Nâzım’ın hapisliğinin bitirilmesi için yapılan çalışmadır. Gazetenin 17. Sayısında (22 Şubat 1950) Milletlerarası Demokrat Hukukçular Cemiyeti tarafından Nâzım Hikmet‘le ilgili bir mektup yayınlanır. Bu mektup Nâzım ve diğer politik mahkûmların “vatana ihanet” suçundan yargılanmalarını engelleyerek, tutukluların af kapsamına girmelerini hedeflemektedir.
Bunun haricinde 15 Mart 1950 tarihinde Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’ndan gelen ve Nâzım Hikmet’in özgürlüğünü talep eden mektup yine Nuh’un Gemisi tarafından yayınlanacaktır. Ayrıca, Milletlerarası Demokrat Hukukçular Cemiyeti tarafından kaleme alınan mektup bakanlıklara, millet meclisi başkanlığına ve gazetelere gönderilmesine karşı, mektubu hiç bir gazete yayınlamaz sadece İzmir’in yöresel gazetesi olan Yeni Asır gazetesi bu mektubu yayınlayacaktır.
Tüm bu kampanyalara karşı “sağ” tarafından da güçlü bir karşı kampanya yürütülmektedir. Tek amaç, Nâzım Hikmeti ve diğer komünistleri “Vatan haini” olarak göstererek af kapsamına girmelerini engellemektir. Başta şairin avukatları olmak üzere birçok kişi yetkili makamları ikna etmeye çalışırken yapılan karşıt propaganda neticesinde “Af” ertelenir.
Bunun üzerine Nâzım Hikmet açlık greve başlar ve birçok aydın onun affı için toplu dilekçe imzalamaya başlar. Ayrıca, Nâzım’ın tutukluluğunu protesto etmek için Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat’ın açlık grevine başladıklarını da belirtmemiz gerekir. Nihayetinde, Nâzım’ın tahliye edildiği döneme kadar (15 Temmuz 1950) bu karşıt iki cephe basılı yayınları üzerinden (Demokrat Parti’nin Zafer gazetesi ve Nuh’un Gemisi arasında) bu kampanyayı sürdürmüştür.
Nuh’un Gemisi’nde manşetten yayınlanan bu kampanyanın içeriğini büyük ihtimalle Zeki Baştımar hazırlamaktadır. Metinlerde siyasi bir üslup kullanılmadığı da göze çarpmaktadır. 23. Sayıda çıkan başyazının başlığı “Memleketin Büyük Evladı Nâzım Hikmeti Kurtaralım”dır; 24. Sayının ön sayfasında Mareşal Fevzi Çakmak için ayrılan bir haber dışında, gazetenin bütünlüğü Nâzım‘a ayılmıştır.
Cumhurbaşkanlığına aydınlar tarafından verilen dilekçenin tam metni “Türk Aydınları, Adaletle Beraber” başlığı altında yine 24. Sayıda yayınlanmıştır. Sonraki sayılarda Nâzım Hikmet’in açlık greviyle ilgili haberleri sonraki sayılarda yayınlanır. Gazetenin 28. Sayısının manşeti ise, “Nâzım’ı kurtaralım! Ey namuslu vatandaş vazifeni yap” biçimindedir; Cumhurbaşkanı ve Başbakana yazılmış açık bir dilekçe okuyucuların imzalayıp gönderebileceği biçimde düzenlenmiştir.
Tüm bu çalışmalardan sonra, Nuh’un Gemisi yaklaşık 7 ay süren yayınını Mayıs ayının sonunda sonlandırır. Okuyucularına yazdığı veda yazısında, ülkede yaşanan olayların önemi karşısında gazete mizahi bir biçimden kopmak zorunda olduğunu, adeta ciddi bir gazeteye dönüştüklerini belirtilir. Bu açıklamaya göre, yeni bir gazete çıkartabilmek için yayına ara verilmektedir.
İlginç sayılabilecek bir başka nokta bu veda yazısının hemen altında iki ayrı gazetenin ilanının bulunmasıdır. İlki Barış adlı gazete, ikincisi Nuh’un Gemisi gibi mizah gazetesi olan Hür Markopaşa’nın ilanıdır. Rıfat Ilgaz’ın sürdürdüğü Hür Markopaşa, Nuh’un Gemisine oldukça yakın bir politik çizgide yayın yapmaktadır. Nuh’un Gemisi, kapanırken, Hür Markopaşa’nın ilanını vererek yön göstermiş olmaktadır.