Share This Article
Michael Kinnucan | Çeviren: Gürer Mut
Kapitalizmin kalbi, sermaye düzeninin ise mabedi olarak görülen Amerika Birleşik Devletleri’nin New York kentinde, sosyalist aday Zohran Mamdani, dünyanın en kozmopolit şehirlerinden birinin belediye başkanlığını beklenmedik bir farkla kazandı.
Mamdani’nin bu tarihi zaferi, hem ABD’de hem de uluslararası sol çevrelerde büyük bir heyecan ve umut yarattı. Öte yandan, ABD Başkanı Donald Trump ve başını çektiği MAGA’cılar seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından öfke dolu açıklamalar yaparak adeta çileden çıktı.
Peki bu zafer, sosyalistler açısından ne ifade ediyor? Henüz bir yıl önce Trump’ın seçim zaferiyle birlikte giderek göçmen karşıtı bir yöne savrulan Amerika, sağa kayışın ivme kazandığı bir dönemde şaşkınlığa sürüklenmişti. Şimdi ise Mamdani’nin yarattığı siyasi dalga, ülkenin dört bir yanında yeni bir umut dalgası estiriyor.
Sadece bir seçim değil, bir örgütlenme başarısı
Seçimler hiçbir zaman salt bir ideolojiye ya da programa yönelik referandumlar değildir. Sonuçları belirleyen unsurlar, büyük ölçüde adayların kişisel yetenekleri ve zayıf yönleridir. Eğer Zohran Mamdani 2020’de New York Eyalet Meclisi’ne seçilmemiş olsaydı, bugün bu yarışta yer alması mümkün olmayacaktı — ve onun sahip olduğu beceri ve adanmışlığa denk bir adayın sahneye çıkması da pek olası değildi. Aynı şekilde, Eric Adams’ın derin yolsuzluk geçmişi olmasaydı, bugün büyük olasılıkla zaferini kutluyor olurdu ve ona ciddi biçimde meydan okuyacak bir rakip bile çıkmayabilirdi.
Kısacası, 2025’te New York City belediye başkanlığını bir demokratik sosyalistin kazanacağının hiçbir garantisi yoktu. Bu tür bir fırsat doğduğunda onu değerlendirecek bir adayın hazır olmasıysa tamamen tarihsel ve politik tesadüflerin birleşimiyle mümkün oldu.
İşte tam da bu nedenle, solu bu fırsatı değerlendirebilecek konuma getiren örgütlenme çalışmaları belirleyici bir rol oynadı. Bu çalışmaların büyük kısmı, son on yılda Mamdani gibi isimleri eyalet meclisine ve belediye konseyine taşıyan New York City Demokratik Sosyalistler (NYC-DSA) tarafından yürütüldü.
Örgüt, kardeş şubesi Mid-Hudson Valley DSA ile birlikte, işçi sınıfının çıkarlarını savunan dokuz eyalet milletvekili ve iki belediye meclis üyesini göreve getirmeyi başardı. Sekiz yıl önce NYC-DSA’nın planlarında bir belediye başkanlığı seçimi bulunmuyordu; ancak eğer örgüt, eyalet meclisi kampanyalarında sabırla ve istikrarlı biçimde çalışmamış olsaydı, bu düzeyde bir seçim mücadelesi için gerekli olan örgütsel kapasite, politik güvenilirlik, toplumsal bağlantılar ve en önemlisi, güçlü bir aday ortaya çıkamazdı.

Zohran Mamdani, seçim kampanyası boyunca özellikle gençler arasında büyük ilgi topladı.
Bu örgütsel birikim aynı zamanda kampanyanın nasıl yürütüleceğini de belirledi. NYC-DSA, yıllar içinde “saha” merkezli — yani binlerce gönüllünün aktif katılımıyla şekillenen — özgün bir kampanya kültürü geliştirdi. DSA için saha çalışması yalnızca oy toplama taktiği değil, aynı zamanda insanları doğrudan kampanyanın öznesi hâline getiren, onları izleyici ya da destekçi konumundan çıkarıp birlikte örgütlenen bir topluluğa dönüştüren bir siyaset anlayışıydı.
Bu yaklaşımın sonuçları Mamdani kampanyasında açıkça görüldü. Mamdani, 90 bin kişiden oluşan gönüllü saha ekibini başarısının temel anahtarı olarak nitelendirdi. Üstelik bu devasa organizasyonun başında, deneyimli DSA aktivisti Tascha Van Auken bulunuyordu. Kampanyanın başarısı, DSA’nın yıllar boyunca kazandığı ve kaybettiği mücadelelerden süzülüp gelen örgütsel deneyim, politik disiplin ve teknik becerilerin bir araya gelmesiyle mümkün oldu.
Batağa saplanan rakipler
Bu kitlesel katılım ruhu, Mamdani’nin kampanyasının gücünü dışarıdan bakan çoğu gözlemcinin fark edebileceğinden çok daha iyi açıklıyor. Düşünün; insanların siyasal değişim arzusu — yani birlikte hareket ederek dünyayı dönüştürme isteği — ile onlara sunulan gerçek fırsatlar arasındaki uçurumun bu kadar derin olduğu bir dönem daha önce yaşanmamıştı. İşte bu koşullarda, Mamdani kampanyasının insanlara yalnızca umut değil, aynı zamanda değişim için doğrudan harekete geçme ve komşularıyla dayanışma kurma imkânı sunması, adeta devrimci bir adım olarak öne çıktı.
Yine de, bu kampanya daha güçlü rakiplerle karşı karşıya kalsaydı başarısızlığa uğrayabilirdi. Seçim sürecinde birçok kişi, Mamdani’nin rakipleri karşısında “şanslı” olduğunu dile getiriyordu. Bu yorumlarda, Eric Adams’ın yolsuzluklara batmış ve Trump’a yakın bir figür olması; Andrew Cuomo’nun ise cinsel taciz skandallarıyla gözden düşmesi, karizmasını yitirmiş bir eski vali olması ve valilik döneminde uyguladığı politikaların bugün New York’un sorunlarının başlıca nedeni hâline gelmesi sıkça vurgulanıyordu.
Elbette, Adams’ı ve ardından Cuomo’yu destekleyen milyarder bağışçılar daha nitelikli bir aday bulabilselerdi, yarışın sonucu çok farklı olabilirdi. Ancak bu durumu sadece “kötü şans” olarak görmek eksik olur. Merkezci, sermaye yanlısı adayların bu kadar zayıf olmasının arkasında yapısal nedenler yatıyor — ve bu nedenler, geçen yılki başkanlık seçiminde de açık biçimde görülmüştü.

Taban desteğini giderek yitiren, kendi içinde bile işleyen bir örgütsel yapısı kalmamış bir Demokrat Parti, sonunda kimin o anda güçlü olduğuna ve kimin en çok bağışı topladığına göre şekillenen bir partiye dönüşmüş durumda. Dolayısıyla bu kişilerin halktan kopuk, skandallara açık ve yozlaşmış adaylar olmaları bir rastlantı değil. Aynı şekilde, bağışçıların yaklaşan bir felaketi (örneğin 2024 yazında Joe Biden ya da bu yıl ön seçim sonrası Cuomo örneklerinde olduğu gibi) fark etmelerine rağmen, bunu önleyecek kolektif bir irade ya da örgütsel kapasiteye sahip olmamaları da tesadüf sayılmaz.
Bu türden bir başarısızlık, sistemin yapısına işlemiş durumda. Sistem tam da bu şekilde işliyor: Adams ve Cuomo gibi isimleri sistematik olarak yukarı taşıyor, onları iktidar pozisyonlarına getiriyor. Daha şaşırtıcı olan ise Zohran Mamdani’nin, tüm bu koşullar içinde ön seçimlerde ilerici kanadı bu kadar güçlü biçimde domine etmeyi başarmış olmasıydı.
Cesaret, samimiyet ve umut
İlerici politikacıların önemli bir kısmı hâlâ seçmenleri soldan sağa doğru uzanan bir yelpaze içinde konumlandıran bir zihinsel modele sıkışmış durumda. Bu modele göre seçmen sağa kayarsa — tıpkı 2024 seçimlerinde olduğu gibi — siyasetçilerin de sağa kayması gerekir. Bugün Demokrat Parti çevrelerinde, Trump’ı yenmenin yolunun “sağduyuya” yönelmekten geçtiğini savunan çok sayıda danışman ve stratejist var. Bu bakış açısına göre, böylesine istisnai zamanlarda “alışılmışın dışına çıkmak” fazlasıyla riskli görülüyor.
Ancak bu dünya görüşü giderek daha saçma sonuçlar doğuruyor. Mesela, “Trump kazanıyor çünkü inşaat işçilerine ulaşabiliyor ve çocukların kızamık sorunu gibi insanların gündelik hayatıyla ilgili konulara odaklanıyor” gibi açıklamalar bunun en bariz örnekleri. Demokrat adaylar da bu yanlış okumayı paylaştıkları için siyasi tabloyu temelden yanlış değerlendirdiler. Seçmenler, sanılanın aksine “aşırılıktan bıkmış” ya da “ortayı arayan” bir kitle değildi; Biden döneminin etkisiz ilericiliğinden ve “sağduyu” maskesi altındaki statükocu siyasetten usanmışlardı.
Kira krizinden faşizm tehlikesine kadar her konuda aynı yüzeysel retoriği duymaktan yorulan seçmenler, gerçek bir değişim ve eylem çağrısı bekliyordu. Onlar, kendilerine doğrudan hitap eden, sahici bir umuda ihtiyaç duyuyordu. Zohran Mamdani tam olarak bunu sundu — soyut vaatler değil, birlikte hareket etme cesareti ve değişim için örgütlü bir çağrı.
Bu yönüyle kampanyayı, Gazze’deki savaştan bağımsız düşünmek mümkün değil. Mamdani adaylığını açıkladığında, Filistin halkının haklarına verdiği açık destek ve bu konuda gösterdiği tutarlı ilkeler, birçok gözlemci tarafından onun en büyük dezavantajı olarak görülüyordu. Ancak bu durum tam tersine, kampanyasının en güçlü yanlarından birine dönüştü.
Çünkü çok sayıda seçmen — yalnızca gençler ya da Müslüman topluluklar değil — ana akım Demokratların İsrail’in Gazze’deki saldırılarına karşı sergilediği ikiyüzlü tutumdan derin bir tiksinti duymaya başlamıştı. Mamdani’nin bu konuda tavizsiz bir duruş sergilemesi, Filistinliler için eşit haklar talep etmesi, sadece bu meselede değil, genel olarak cesaretinin ve samimiyetinin sembolü hâline geldi.
Birçok seçmen belki iki devletli çözüm gibi ayrıntılarda net bir pozisyona sahip değildi; ancak yalanlardan, kaçamak ifadelerden ve politik ikiyüzlülükten bıkmışlardı. Mamdani’nin kararlı tutumu, bu kırgınlığı umuda dönüştürmeyi başardı.
İktidarın yol haritası
Peki şimdi ne olacak? Mamdani’nin seçilmesi, sekiz, dört ya da iki yıl önce çoğu New Yorklu sosyalistin en iddialı hayallerinin bile ötesinde bir başarıyı temsil ediyor. Ancak, pek çok kişinin de belirttiği gibi, bu zafer mücadelenin sonu değil — yalnızca başlangıcı.
Önümüzdeki dört yıl, bu başarının kalıcı bir dönüşüme dönüşüp dönüşmeyeceğini belirleyecek. New York’un karşı karşıya olduğu konut, çocuk bakımı ve yaşam maliyeti krizlerine kamusal çözümler üretmek kadar, her şeyden önce, kentin yüz binlerce göçmenini Trump yönetiminin yürüttüğü etnik temizlik kampanyasından koruyabilmek de hayati önem taşıyor.
Elbette başarının garantisi yok. Ancak Mamdani yönetimi, New Yorklulara geri çekilmek yerine mücadele etme imkânı sunuyor. Ülke genelindeki sosyalistler içinse bu zafer, yalnızca moral veren bir sembol değil; aynı zamanda iktidarı gerçekten kazanmak için gerekli örgütsel altyapının nasıl kurulabileceğine dair somut bir kılavuz niteliğinde.
Bu yazı, Jacobin’de yayımlanan“How Zohran Mamdani Triumphed Over a Decrepit Establishment” başlıklı yazıdan derlenmiştir.

