Share This Article
Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız / Natsuki Ikezawa / Çev. Devrim Çetin Güven / Ayrıntı Yayınları / S. 400 / Roman
“Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız”, 1980’lerin başında, Paris’te çevirmen ve koordinatör olarak çalışan Kaoru adlı genç kızın, Endonezya’daki Bali Adası’nda, uydurma suçlamalarla uyuşturucu kaçakçılığından tutuklanan ve idamla yargılanan ressam ağabeyi Tetsuro’yu kurtarma çabalarını anlatır. Roman, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza (1866), Franz Kafka’nın Dava (1925) ve Albert Camus’nün Yabancı (1942) eserlerinde olduğu gibi içsel ve dışsal mahkemelerin iç içe geçtiği çok katmanlı bir kurguya dayanır. Tetsuro’nun yargılandığı mahkeme sürecine koşut olarak ilerleyen diğer iki “içsel mahkeme”de Tetsuro ve Kaoru kendi geçmişleri, sanat anlayışları ve dünya görüşleriyle keskin bir hesaplaşmaya girişirler.
Birçok Batı dilini bilen, ağabeyinin aksine “Üçüncü Dünya”yı sevmeyen, ne var ki, özellikle mesleğinden ötürü, Filistin gibi dünya siyasetinin odağındaki “Doğu” ülkelerine sık sık gitmek zorunda kalan Kaoru “Batıcı” bir karakter olarak karşımıza çıkar. Diğer yandan, Batı ülkelerini sevmeyen, her yılın altı ayını resim yapmak için gittiği, çoğu eski Japon sömürgesi Güneydoğu Asya ülkelerinde geçiren Tetsuro ise “Şarkiyatçı” bir karakterdir. Ikezawa bu iki anlatıcının içsel ve birbirleriyle olan diyalogları aracılığıyla “emperyal siyaset”, “medeniyet”, “modernite” ve “ulusal kimlik” gibi kategorileri sorgular.
Gerek yaşam tarzı gerekse eserleriyle son yılların en özgün ve üretken yazarlarından olan Ikezawa, “Ağabeyine Çiçek Taşıyan Kız”da felsefi dinamizmle sürükleyiciliği başarıyla kaynaştırmakta. Yazar her karaktere kendi mizaçlarına özgü “ses”ler atfederek metne zenginlik ve derinlik katıyor. Bu “ses”ler aracılığıyla Doğu’yla Batı’nın bakış açılarındaki farklılıkları, uyuşmazlıkları, çatışmaları ve örtüşmeleri fevkalade kozmopolit bir atmosfer içinde betimliyor. Ikezawa’nın romanı okurunu 21. yüzyıl Japon edebiyatının cazibelerini deneyimlemeye çağırıyor…
Arafta Düet / Selahattin Demirtaş, Yiğit Bener / Dipnot Yayınları / S. 166 / Edebiyat
Denize bakan kayalıklarda bir bungalov… Yoldan fırlayıp yanına düşen bir araba… Bir patlama…
Huzur arayışındaki emekli tümgeneral Ayvaz Dere’nin planları ilk günden altüst olmuştur. Kazaya karışan gençler de olaya bambaşka bir boyut katar ve işler çetrefilleşir. Bir de 1980’lerde takıştığı solcu bir avukat, Sinan çıkar karşısına. Böylece geçmişe ve geleceğe ışık tutan zorlu bir düet başlar.
Mizahi bir üslup ve sürükleyici bir kurguyla kaleme alınan “Arafta Düet”, barış, vicdan, erdem üzerine yeniden düşünmeye davet ediyor.
Biri yıllardır hapiste olan iki eşyazarın hiç karşılaşmadan beraber kaleme aldıkları roman, bu açıdan dünyada bir ilk.
Tanrı Korkusu / Fleur Jaeggy / Çev. Şemsa Gezgin / Can Yayınları / S. 88 / Öykü
“Çiçeklerin sonu insanlardan farklı değildir, çürümekten kurtulamazlar.“
Susan Sontag’ın “harikulade, göz kamaştırıcı, yabani” olarak nitelendirdiği Fleur Jaeggy, “Tanrı Korkusu”nda okurun karşısına birbirinden tekinsiz yedi öyküyle çıkıyor. İnsanın kendinde görmek istemediği karanlık yanları soğuk ve hissiz labirentlerde, hayalle gerçek arasında ve “hoş ve tehlikeli” rüzgârlar eşliğinde ortaya çıkarken okur da kendi içinde, karanlıkta, rahatsız edici bir buluşmaya davet ediliyor.
Çağdaş Avrupa edebiyatının alışılmadık kalemi Fleur Jaeggy, insana ait kaygıları, korkuları, delilikleri, boşluk ve yalnızlık hissiyle tuhaflıkları her zamanki ustalığıyla hissiz bir anlatıcının gözünden ele alıyor. Yaşamla ölüm, delilikle normallik, absürdlükle akla uygunluk arasındaki sınırlar daha önce hiç bu kadar belirsizleşmemişti.
Türkiye’de Sinoloji’nin Doğuşu / Giray Fidan , Ayşe Gül Fidan / Kırmızı Kedi Yayınları / S. 112 / İnceleme
Osmanlı İmparatorluğu döneminde 16. Yüzyıl başında Çin hakkında yazılan ilk kapsamlı eser olan Hıtâynâme, Türkiye’de Sinoloji çalışmalarının temellerini atmıştır.
Bu kitap Hıtâynâme’nin tarihsel bağlamını ve Türkiye’de Sinolojinin başlangıcını detaylı bir şekilde ele almaktadır. Eser, Osmanlıların 16. yüzyılda Çin algısını ve Hıtâynâme’nin bu algıdaki yerini incelemektedir. Türkiye’de Sinolojinin doğuşuna ve tarihine yeni bir bakış açısı getirmektedir…
Normalliğin Deliliği / Arno Gruen / Çev. İlknur İgan / Kolektif Kitap / S. 272 / Psikoloji
Psikanalist yazar Arno Gruen Normalliğin Deliliği’nde toplumun, Sigmund Freud’un insanın doğuştan yıkım ve şiddete eğilimli olduğu iddiasına dair yaygın inancını alt üst ediyor. Kitap, kötülüğün kökeninde öz nefretin ve çocuklukta başlayan kendine ihanetin yattığını iddia ediyor. Güçlülerin “sevgisi ve onayı” için bağımsızlığımızdan vazgeçtiğimizde, derin bir korkudan doğan sahte bir benlik yaratıyoruz ve modern toplumun “gerçekçilik” olarak benimsediği bu çılgınlığı çoğunlukla fark etmiyoruz.
Gruen bu tehlikeli uyum ve gizli isyan döngüsünü çarpıcı vaka çalışmaları, Nazizm’den Reaganizm’e uzanan sosyolojik örnekler ve edebi eserler üzerinden gözler önüne seriyor.
Peki, bu döngüden nasıl kurtulabiliriz?
Gruen’e göre çözüm isyanda değil gerçek bir kişisel bağımsızlık geliştirmekte yatıyor. Bağımsızlık kolay elde edilmese de yokluğunun hem bireyler hem de toplum için yıkıcı sonuçlar doğurduğunu vurguluyor.
Haksız Tahrik – Bir Erkeklik Hakkı / Eylem Ümit Atılgan / İletişim Yayınları / S. 347 / İnceleme
“Haksız tahrik indirimi, isyankâr itaatsizleri öldüren erkeklere ‘erkeklik indirimi’ uygulayarak kadına şiddeti yasal şiddet şeklinde meşrulaştırma aracıdır. Eril tahakkümün hukuk kültüründeki kalesidir.”
Haksız tahrik indirimi, Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde cinsiyete dair herhangi bir ifade bulunmasa da, asıl olarak kadın cinayetinin cezasının indirilmesi anlamına geliyor. Bu indirim, cezasızlık sorununun bir parçası olduğu kadar, hukuk düzeni ile ataerkil düzen arasındaki “fikir birliği”ne de işaret ediyor. Feminist hareketin “erkeklik indirimi” demesi, boşuna değil! Erkeklerin hangi “haksız” fiiller karşısında tahrik olabilecekleri konusundaki fikir birliğini, verilen haksız tahrik indirimlerinde izleyebiliyoruz: “Cilveli cilveli” saat sormak, beyaz tayt giymek, erkekliğine laf etmek, doğum kontrol hapı kullanmak, eşinin ikram ettiği portakal suyunu içmemek…
“Haksız Tahrik”te Eylem Ümit Atılgan, sayısız mahkeme tutanağı, karar metni ve gazete haberini inceleyerek, buradan çıkan bulguları derinlikli bir okumaya tâbi tutuyor. Feminist bir hukuk akademisyeni olarak, “haksız tahrik” düzenlemesinin lafzını ve uygulanmasını hukuk sosyolojisinin ve felsefesinin ışığında yorumluyor.