Share This Article
Empusyon / Olga Tokarczuk / Çev. Neşe Taluy Yüce / Timaş Yayınları / S. 352 / Roman
Eylül 1913. Birinci Dünya Savaşı arifesinde tüberkülozdan mustarip Mieczysław Wojnicz tedavi amaçlı Görbersdorf kasabasındaki bir sağlık merkezine, Avrupa’nın dört bir yanından hastaları ağırlayan Beyler Konukevi’ne gelir. Her gün hastalarla yemek salonunda toplanıp dönemin büyük meselelerini tartışırlar: Savaş çıkacak mıdır? Monarşi mi yoksa demokrasi mi daha iyidir? Şeytanlar var mıdır? Kadınlar doğuştan aşağı varlıklar mıdır?
Bu sırada konukevinde ve çevresinde tuhaf şeyler ardı ardına yaşanmaktadır. Birileri ―ya da bir şey― onları izliyor, bu kapalı dünyaya sızmaya çalışıyordur. Erkekler konukevinin çevresinde yaşanmış tuhaf olayları dinledikçe günbegün korkularına yenik düşerler. Wojnicz hem kendi gerçeklerini hem de dört yanını kuşatan uğursuz güçlerin gizemini çözmeye çalışırken onların bir sonraki hedeflerini çoktan seçtiklerini fark etmez.
Olga Tokarczuk okurunu ilk sayfasından itibaren yükselen ritmi ve gerilimiyle merak uyandırıcı, büyülü ―yer yer rüya gibi― bir yolculuğa çıkarırken insan varoluşunun temel sorunlarını ve toplumsal cinsiyet rollerini masaya yatırıyor. Büyülü Dağ’ın yayımlanmasından bir asır sonra Olga Tokarczuk, Thomas Mann’ın topraklarını yeniden ziyaret ediyor ve doğa-insan, yaşam-ölüm gibi izlekleri felsefesiyle harmanlayarak bu topraklara sahip çıkıyor.
Empusyon, Olga Tokarczuk’un Nobel Ödülü’nden sonra merakla beklenen ilk romanı…
Kazkafanın Kitabı / Yiyun Li / Çev. Nuray Önoğlu / S.312 / İş Bankası Kültür Yayınları / Roman
“Bir yarım portakalla bir başka yarım portakal birleşse bir tam portakal etmez. İşte benim hikâyemin başladığı yer burası. Kendini bıçağa layık görmeyen bir portakal ve kendini bıçağa dönüştürmeyi asla hayal etmemiş bir portakal. Kesmek ve kesilmek; o zamanlar ikisi de ilgilendirmezdi beni.”
Ekim 1952. Fabienne ve Agnès, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yorgun düşmüş Fransız taşrasında yaşayan iki arkadaştır. Ele avuca sığmaz, gözü kara Fabienne dağlarda çobanlık yapmakta, sevimli ve uysal görünen Agnès ise okula devam etmektedir. Ama ikilinin görünenin aksine kendilerine has oyunlarla ve pek de ciddiye almadıkları planlarla dolu bir dünyası vardır. Bir gün Fabienne, bu planlardan birini hayata geçirmeye karar verir: Birlikte bir kitap yazacak ve bu kitabı Agnès’in adıyla yayımlatacaklardır.
Kusursuz bir hikâye anlatıcısı olan Yiyun Li’ye 2023 yılında Amerika’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden PEN/Faulkner’ı kazandıran bu eşsiz roman, masalsı ve gizemli bir atmosfer kurmanın yanı sıra bir dönemin panoramasını da gözler önüne seriyor. Kazkafanın Kitabı iki arkadaş, yaşayanlar ile ölüler ve gerçek ile kurmaca arasındaki bağlar üzerine düşündüren, uzun süre akıllardan çıkmayacak bir roman.
Defneler Kesildi / Édouard Dujardin / Çev. Gözde Koca / İthaki Yayınları / S. 104 / Roman
İnsanın bir içdünyasının olduğunu ve bu dünyayı dolduran gürültülerin neler olduğunu 20. yüzyılın modernist edebiyat yapıtlarıyla öğrendik, ama öncüler 19. yüzyıldaydı; Daguerréotype fotoğraf için neydiyse James Joyce için de Édouard Dujardin öyleydi.
Sembolist edebiyatın bu önemli ismi, 1887’de küçük bir dergide 25 yaşındayken yayımlattığı Defneler Kesildi metninde sessiz sedasız bu gürültüyü yakalamıştı, James Joyce ve çağdaşlarına kalan ise bu tekniğin etkisini kuvvetlendirip okura gümbür gümbür modern insanın aklını açması olacaktı.
Bir yıldıza tutulan genç bir adamın kafasının içinde altı saat boyunca olagelenlerin titiz bir anlatımı gözler önüne seriliyor Defneler Kesildi’de. Bir opera sanatçısının şarkısının sözleri eşliğinde başlayan bu aşkın insana yaşattıklarının, düşündürttüklerinin, hayattaki her şeyi nasıl bastırdığının ve kaptırıp nerelere kadar yönelttiğinin öyküsü ortaya çıkıyor. Aşkla sanatın kesiştiği bir minör mucize…
Pek Kronolojik Olmayan Hayatımız / Burcu Pelvanoğlu / Sel Yayıncılık / S. 340 / İnceleme
Burcu Pelvanoğlu, Pek Kronolojik Olmayan Hayatımız: Türkiye’de Modernleşme ve Sanat başlıklı bu çalışmasında modernleşmenin sanata etkilerini Osmanlı’da Batılılaşma eğilimleri ile Cumhuriyet ideolojisi olmak üzere iki kesit üzerinden irdeleyerek sanatın modernleşme tarihini sosyopolitik gelişmeler ekseninde okuyor.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e evrilen dönemde sanat hayatı, kadına bakış, fotografik gerçekliğin kuruluşu, Paris etkileri gibi başlıklar doğrultusunda 1970’lere dek uzanan kronolojinin izleğini sürerken; kurucu ideolojinin sanatla ilişkisine odaklandığı ikinci izlekte eski/yeni, yerel/evrensel sanat tartışmalarını milli sanat kavramı çerçevesinde ele alarak, köycü söylemle ortaya konan Cumhuriyet ideolojisinin, bugün etkisini çok daha yoğun biçimde hissettiren neo-Osmanlıcı tandansa dönüşümünün gerekçelerine iniyor ve tüm bu evrelerin Türkiye’de modern sanat tarihi yazımını değerlendiren kanonun oluşamamasındaki etkisini sorguluyor.
Okuru Türkiye’deki modern sanatı, grupların tarihi yerine zihin dünyasının dönüşüm tarihi olarak görmeye ve okumaya davet eden bir kılavuz…
Tırmanan Faşizmin Kitle Psikolojisi / Neil Faulkner / Çev. Utku Özmakas / Yordam Kitap / S. 96 / Roman
Dünyanın farklı coğrafyalarında otoriter sağın ve faşist hareketlerin güçlenmesine tanıklık ediyoruz. Günümüz dünyası faşist bir irrasyonalizm kasırgasının etkisi altında. Dinmek bilmeyen bu kasırga otoriterlik, milliyetçilik, ırkçılık, kadın düşmanlığı, homofobi, narsisizm, komplo teorileri ve hakikatin önemini yitirmesi türünden belirtilerle dışavuruyor kendini.
Ünlü Marksist tarihçi Neil Faulkner bu kısa ve özlü kitabında, Marksist-Freudyen teoriden yararlanarak faşizmin kitle psikolojisinin güncel bir analizini sunuyor.
Faulkner, Marksizmi psikanalizle yoğururken ikisinin de sınırlarını genişleten; ancak bunu teorik bir cambazlık arzusuyla değil, günümüzün yaygın narsisistik-otoriter kişiliğini geçer akçe kılan özgürlük korkusu ve psikotik öfkenin sebeplerini kavrama maksadıyla yapıyor.
Faşizm ile otoriterliğin insanların zihinleri ve ruhlarına zoraki istikamet iddiasıyla çıkardığı bu celbin, esasen demokrasinin başını ezmeye çalışan neoliberal sömürü ve baskı sistemine hizmet ettiğini gözler önüne seriyor.
“Umut sınıf mücadelesindedir. Kapitalizm evreninde yaşanan zihinsel ıstırabı sona erdirmek, yani narsisizme, otoriterliğe ve faşizmin kitle psikolojisine yol açan toplumsal koşulları ortadan kaldırmak için müşterekleri yeniden halka vererek, iktisadi ve toplumsal yaşam üzerinde demokratik bir denetim kurarak, doğa ile toplum arasındaki metabolik kopuşu tedavi ederek yabancılaşmanın üstesinden gelmek zorundayız. Sevgi ile emeğin -işbirliği, dayanışma ve özgürlüğe dayanan- yeni topluluklarda çiçek açabileceği bir dünya yaratmak zorundayız.”
Neil Faulkner
İstanbul Tarihi / Önder Kaya / Kronik Kitap / S. 352 / İnceleme
Tarih boyunca seyahatnamelere, araştırmalara, romanlara, filmlere konu olmuş, yeryüzünün en eski şehirlerinden biri olan İstanbul’un 2500 yıllık tarihi…
İstanbul, 2500 yıllık tarihi boyunca defalarca harap edilmiş, yağmalanmış, görmezden gelinmiş, türlü afetler, sayısız badireler atlatmıştır. Ancak her defasında küllerinden yeniden doğmayı bilmiş, topraklarının üzerinde egemenlik kuranların, gönlünde taht kurmayı başarmıştır.
Şehre hâkim olanlar, ellerinde tuttukları eşsiz güzelliğin bilinciyle ona Nea Roma, Ebedi Kent, Dersaadet gibi unvanlar verirken, kenti arzulayanlar da el-Mahrusa (korunan) ve Çarigrad (imparatorlar kenti) gibi yakıştırmalar yapmışlardır.
Şehir yaklaşık 1000 yıl boyunca Hristiyan dünyasının en önemli kentlerinden biri olma vasfını korumuş, 1453’te Osmanlıların fethiyle birlikte kısa sürede İslam dünyasının sayılı merkezlerinden biri hâline gelmiştir.
Konstantin, Justinyanus, Fatih, II. Bayezid, Kanuni, III. Mustafa gibi hükümdarların koruyup, ihya ettikleri kent, 193’te Romalılar, 1204’te Haçlılar ve 1918’de İtilaf devletlerince tahribata uğratılmıştır.İstanbul Tarihi sizi 20. yüzyılda büyük göçlere ve bilinçsiz imar politikalarına direnmeye çalışan İstanbul’un 2500 yıllık tarihine gravürler, fotoğraflar ve resimler eşliğinde bir göz atmaya çağırıyor.
Bunu yaparken de yer yer isyanlara, “küçük kıyamet” diye anılan depremlere, şehir içinde bina edilen saraylara, hanlara, kilise ve camilere kronolojik bir silsile ve sistemli bir bütünlük içinde yer vermeyi hedefliyor.