Share This Article
Parçalanmış Bakış / İvan Vladislavic / Çev. Şafak Tahmaz / Livera Yayınevi / S.144 / Roman
Kıyıdaki çamları bile parçalarına ayırdı, öyle ki her iğne bir sapın içindeki kılıfın yanında titreşti, her kozalak pul pul oldu ve her gövde paltosunu çıkarırcasına kabuğundan kurtuldu. Biyoloji ders kitabındaki bir diyagram kadar hassas bir şekilde parçalarına ayrılan dünya, canlandırıcı nefesini içine çekti ve genişledi. Evren genişliyordu, biz de onu analiz ederek genişlemesine yol açıyorduk.
Daha önce “Çift Olumsuz” adlı romanını yayımladığımız Güney Afrika’nın yaşayan en önemli yazarlarından biri olan Ivan Vladislavic, “Parçalanmış Bakış”ta ülkesinin karmaşık gerçekliğini, dört farklı karakterin gözünden anlatıyor. Bir istatistikçi, bir sanatçı, bir mühendis ve reklam panoları diken bir adamın hayatları, Johannesburg’un değişip dönüşen manzarasında kesişiyor. Vladislavic, bu benzersiz hikâyeler aracılığıyla, dönüşümün, rüyanın ve gerçekliğin sınırlarını zorlayan bir toplumu resmediyor. Farklı mesafelere ve zaman dilimlerine yayılan Parçalanmış Bakış’ta, alışılagelmiş bakış açılarına meydan okuyarak şehrin gizli katmanlarını ortaya çıkarırken öykü türünün sınırlarını da genişletiyor. Günlük yaşamın ayrıntıları ve kişisel mücadeleler, Güney Afrika’nın geniş panoramasını parçalarına ayırarak aydınlatıyor. Parçalanmış Bakış, toplumsal değişimlerin bireysel hayatlara nasıl yansıdığını ustaca işleyen bir eser.
Gümüş Aygır – Kore’nin Hikâyesi / Ahn Junghyo / Çev. Tayfun Kartav / Yordam Edebiyat / S. 416 / Roman
1950 yazında Kore Savaşı patlak verdiğinde, bir Kore köyü olan Geumsan’ın çocukları arasında bir efsane dolaşmaktadır: Bebek Kumandan efsanesi. Mitolojik kahraman Bebek Kumandan, tıpkı daha önce olduğu gibi halkı özgürlüğüne kavuşturmak için gümüş aygırının sırtında çıkıp gelecektir bir gün. Çocuklar sabırsızlıkla Bebek Kumandan’ın gelişini beklerken, arkasında Birleşmiş Milletler Ordusu ile birlikte Amerikan generali Douglas MacArthur çıkagelir. Bu andan itibaren Kore de Geumsan köyü de sonsuza dek değişmiştir artık.
Çocuk yaşta Kore Savaşı’na tanıklık eden yazar Ahn Junghyo, tanıklıklarını Gümüş Aygır romanında hayal gücü ile birleştirmiş, savaşın küçük bir Kore köyünde açtığı onulmaz yaraları, dul bir anneyi bölgeye konuşlanan yabancı askerlere hayat kadınlığı yapmaya itişini, savaş ortamındaki çocukların geri dönülmez biçimde değişen dünyalarını, yoksulluğu, yozlaşmayı ve ahlaki çöküşü acımasız bir gerçekçilikle resmetmediliyor. Üstelik bunu büyük ölçüde kendisi gibi erken yaşta savaşla tanışan çocukların gözünden yapmıştır.
Cezmi / Namık Kemal / Ayrıntı Yayınları / S.368 / Roman
Cezmi, yeni Türk Edebiyatının ilk tarihi roman örneklerinden biri. Roman kadrosunu oluşturan kişiler tarihi şahsiyetlerdir. On altıncı yüzyıl Osmanlı-İran ilişkilerinin bir bölümü Peçevî Tarihi, Hammer Tarihi gibi tarih kaynaklarından da yararlanılarak masaya yatırılmıştır. İyi ile kötü karakterlerin mücadelesinde kazanan taraf iyi karakterdir. Bir ideoloji romanı denilebilecek Cezmi’de ağırlıklı olarak işlenen tema vatan sevgisidir. At binme, okçuluk ve cirit sahnelerinde Namık Kemal, Kars’ta geçirdiği yılların hatırasını tekrar yaşatır. Oldukça sanatkârane üslûpla yazılan bu eserin, parantez içi açıklamalarla, notlandırmalarla daha iyi anlaşılmasına çalışıldı.
Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri /François Georgeon, Paul Dumont / Çev. Ali Berktay / Alfa Yayıncılık / S.272 / Araştırma
“Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri”, imparatorluğun kritik kentlerine farklı açılardan yaklaşan, ama yolları günün sonunda devlet müdahalesi ve değişim mevzuunda kesişen on incelemeyi bir araya getiriyor. İdari anlayışın, dini yapılanmaların, modernleşmenin, yangınların, salgınların, halk sağlığının ve çatışmaların kent dokusu üzerindeki etkisine hasredilmiş olan bu incelemelerde İstanbul, Selanik, Manastır, Bursa, Ankara, Van, Bağdat ve İskenderiye gibi kentlerin bir başka hikâyesini okuyor, geçmişten koparılıp getirilmiş acı tatlı bir karanfili kokluyoruz.
İmparatorluk Tasavvurları / Krishan Kumar / Çev. Ö. Çağatay Balkaya / Doğu Batı Yayınları / S. 735 / İnceleme
İmparatorluk Tasavvurları tarihin en can alıcı meselelerini doğrudan günümüze taşıyan bir eserdir. İmparatorlukların farklı tarihsel gelişimlerini ortak bir zeminde düşünmemizi sağlayan senteze dayalı ve son derece kapsamlı bir çalışmadır. Krishan Kumar, en temelde şu soruları sorar: İmparatorluklar nasıl idare edilir? İmparatorluğu idare edenler, fethettikleri halkları nasıl bu kadar uzun süre ve başarıyla bir arada tutabildiler? Emperyal düşüncenin kültürel ve dinsel farklılığa bakışı neydi?
Bu, kurucu halkların kendi kimliklerine yönelik de bir soruydu. Ulusal farklılıkların üzerinde bir imparatorluk kimliği ve aidiyetinin yaratılması, bütün imparatorlukların temel gayesiydi. İlhamını Roma’dan alan bütün halkların imparatorluk vatandaşları haline getirilmesi hayali, nihayetinde başarısızlığa uğrasa da, buradaki beş imparatorluğun içinden geçmek zorunda kaldıkları büyük tarihsel bir imtihandır.
Ulus-devletlerden farklı olarak imparatorluk iddiası evrensel bir iddiadır. İster din, ister medeniyet, ister bir siyasi ideoloji olsun, kendi halklarını evrensel bir misyon etrafında örgütleyebilmişlerdir. Dolayısıyla bu imparatorluk misyonu ve anlatısının kaybı, birçok ulus-devletin tarihinin ayrılmaz bir parçasını oluşturur. Miadını doldurduğu söylenen imparatorluğun, halkların kolektif kimliklerindeki yeri nedir? İmparatorluklar gerçekten öldü mü yoksa yeni yaşam biçimleri mi kazanıyor?
Göç krizi, küreselleşme, yükselen popülizm gibi güncel olguları anlamakta imparatorluklar faydalı tarihsel araçlar olabilir mi? İmparatorlukların yükseliş ve çöküşlerinden çıkarılacak olumlu dersler var mıdır? Osmanlı Devleti’nin de dâhil olduğu Avrupa’nın beş büyük imparatorluğunun karşılaştırıldığı bu çalışma, sorulardan hareketle günümüzün en yakıcı meselelerine de değiniyor.
Osmanlı-İran Sınırında Devlet ve Toplum Caf Aşireti ve Nasturî Cemaati / Fasih Dinç / İletişim Yayınları / S. 300 / İnceleme
“19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin bir savunma projesi olan merkezileşme programı, o güne dair var olan devlet-toplum ilişkilerinin ve toplumun kendi içindeki ilişkilerin yanı sıra birçok kavram ve olgunun anlam ve fonksiyonunu yeniden şekillendirdi. Bu bağlamda Osmanlı-İran sınırında bulunan Caf aşireti ile Nasturî cemaati ise meydana gelen gelişmelerin pasif nesneleri olmaktan ziyade en azından kendi bölgelerindeki gelişmelerin gidişatını etkileyen birer aktif aktördüler.”
Modernleşme ve merkezileşme yönelimiyle birlikte toplum ve daha önce pek de hesaba katılmayan toplumsal gruplar daha okunabilir, daha tahmin edilebilir kılınmak istenmiş, bu da ister istemez yöneticilerin bizatihi toplumsal kurumlarla ilişki kurma biçimlerini dönüştürmüştür.
Fasih Dinç, Osmanlı-İran Sınırında Devlet ve Toplum kitabında aşiretler, cemaatler, sınır ve yerel elitler gibi kavram ve olgular üzerinden esasen bu dönüşümün dinamiklerini inceliyor. Osmanlı’nın İran sınırındaki iki önemli toplumsal grupla, Caf aşireti ve Nasturî cemaatiyle ilişkisinin hem bir modernleşme programı bağlamında iç dinamiklerle hem de 19. yüzyıldan 20. yüzyılın başına bir dizi önemli dış dinamikle beraber dönüşümünü ele alıyor.İdare tekniğinin değişimiyle sınır algısının nasıl dönüştüğünü gösterirken devlet-toplum ilişkilerine de bu dürbünden bakabilen önemli bir çalışma.