Share This Article
Kanada / Richard Ford / Çev. Umay Öze / Jaguar Kitap / S.530 / Roman
Önce anne babamın yaptığı soygunu anlatacağım. Ardından da, sonra işlenen cinayetleri. Asıl önemli kısım soygun, çünkü kız kardeşimle benim hayatımızın seyrini belirleyen bu oldu.
Daha ilk cümlede neler anlatılacağını öğrenmemize rağmen, bize büyük bir romandan beklenen her şeyi veren bir başyapıt: Kanada.
On beş yaşındaki Dell Parsons ve ikiz kız kardeşi Berner’ın anne babası, içine düştükleri darboğazdan kurtulmak için banka soyduktan sonra yakalanır. Anneleri Neeva, devlet tarafından alıkonulmamaları için yakın arkadaşı Mildred Remlinger’dan çocukları sınırın ötesine, Kanada’ya, abisi Arthur Remlinger’ın yanına götürmesini ister. Fakat Berner kendi kaderini kendisi tayin etmek ister ve Mildred’ı beklemez. Dell ise anne babasının kırık dökük bıraktığı hayatı hiç bilmediği bir ülkede sıfırdan kurmak üzere Mildred’la birlikte Kanada’nın uçsuz bucaksız çayırlarına doğru yola çıkar. Orada onu bekleyen hayat bilinmezliklerle, sırlarla doludur.
Richard Ford’un, yarım yüzyılı aşkın bir süreye yayılan bu sarsıcı aile trajedisini Dell Parsons’ın gözünden aktardığı, “Amerikan edebiyatının yeni yüzyıldaki muhtemelen en büyük romanı” Kanada, Umay Öze’nin çevirisiyle…
Soytarı Çiçekleri / Osamu Dazai / Çev. Kuzey Baykal / Olvido Kitap / S.65 / Roman
Yozo Ooba, intihar teşebbüsünde bulunur ama balıkçılar kurtarır. Ardından Yeşil Çam Köşkü adlı bakımevine yatırılır. Orada bir hemşireyle tanışır. Bir arkadaşı ve akrabaları ziyaretine gelir. Bakımevinde dört gün geçirir. Hepsi bu kadar.
“Soytarı Çiçekleri”, görünürde son derece yalın bir üslupla bunları anlatır. Fakat Osamu Dazai, yer yer araya girerek bizi yaratım sürecinin sancılı yanlarına, bir yazarın kırılganlıklarına tanık eder; hem eserin hem de eserin kontrolünü her an kaybetmek üzere olan yazarın hikâyesini okuruz.
Dazai külliyatında kendine has bir yere sahip olan “Soytarı Çiçekleri”ni Japonca aslından çeviren ise Kuzey Baykal.
Labirent – Batı ve Hasımları / Amin Maalouf / Çev. Ali Berktay / Yapı Kredi Yayınları / S.288 / Deneme
Çok geç değil. Bu “labirent”ten çıkma olanaklarına sahibiz. Yeter ki önce yolumuzu yitirdiğimizi kabul edelim…
2022 yılında Avrupa’nın göbeğinde geçmişin travmalarını tetikleyen yıkıcı bir savaş patlak verdi. Nükleer felaket senaryolarının gerçeğe dönüşmesine ramak kaldı. Demirden bir el, Batı’yı Rusya ve Çin’le karşı karşıya getirdi adeta.
Kibirli ve bencil yöneticilerin, aklı küçümseyip eşitsizliği besleyen köhne ideolojilerin hükmü altındaki çağımız, son hızla uçuruma doğru sürüklenmekte. Günümüzde ne Batı ne de hasımları insanlığı hapsolduğu bu labirentten çıkarmaya muktedir. Batı’nın da, Doğu’nun da yaydığı ışık dünyayı aydınlatmakta artık yetersiz ama umutsuzluğa yer yok.
Amin Maalouf “Labirent”te Batı ile hasımları arasında yaşanan yeni çatışmaların ve meydan okumaların kadim kökenlerini dört büyük ulusun tarihi üzerinden anlatıyor: Meiji döneminde büyük bir modernleşme ivmesi kazanarak Asya’nın yükselen gücü olan Japonya; uzun yıllar Batılı uluslar için tehdit oluşturmuş Rusya; 21. yüzyılda ekonomik üstünlüğünü ilan eden Çin ve gezegenin hâlâ kültürel, teknik ve ekonomik anlamda süper gücü sayılan Amerika Birleşik Devletleri.
Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek / Fikret Başkaya / Yordam Kitap / S.192 / İnceleme
Fikret Başkaya’nın ele aldığı pek çok olgu, küresel kapitalizmin artık sadece insani yabancılaşmalar, toplumsal kötülükler, doğa tahribatı yaratmakla kalmadığını, tüm canlıların varlığını doğrudan tehdit ettiğini gösteriyor. “Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek” çöküş durumundan çıkmak için, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak için zihinsel yenilenmenin perspektiflerini tartışıyor. Yeni bir uygarlığa giden yolun aralanması ancak yeni fikirlerle, radikal bir entelektüel kopuşla mümkün olacak. Aksi halde, belirli bir eşik aşıldığında geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir.
Şeylerin seyrini değiştirmek için yönetenleri değil, sistemi değiştirmek gerektiğini hatırlatıyor Fikret Başkaya… Kapitalizme ekonomik, sosyal, ekolojik, etik bir alternatif olarak gördüğü eko-sosyalizm üzerinde düşünmeye çağırıyor. İnsanın insanla, toplumun doğayla, kadının erkekle uyumlu olduğu bir dünya mümkün. Yeter ki “bunak kapitalizm”in çözdüğünden daha çok sorun yarattığı bilince çıkarılsın. Radikal dönüşümlere acilen ihtiyaç duyulurken “Uygarlık Paradigmasını Değiştirmek” de sonuçta “yeryüzünün lanetlileri”ne düşüyor.
Ormanı Planlamak – Planlama Aklının Bir Eleştirisi / Fatma Önder Özşeker / Metis Yayınları / S.280 / Araştırma
“Bu çalışma, Türkiye’de ormanın nasıl sorunsallaştırıldığı, nasıl planlandığı ve bu planlama mantıklarının iklim değişikliğine yönelik politikalardan nasıl etkilendiği sorularından yola çıktı.
Cumhuriyet’in ilk yüz yılına baktığımızda, bu sürecin üretim-koruma sarkacında şekillendiğini söylemek mümkün. 2000 sonrası döneme çevreyi koruma söylemi damga vurduysa da, ormanlar yoğun bir üretim rejimi içinde planlanmaya devam ediyor.
Ancak çalışmada üretimci ve korumacı planlamayı birbirine karşıt yaklaşımlar olarak ele almıyorum. Ormanı planlamanın, ister odun üretimi için olsun, ister biyoçeşitliliği korumak için olsun biyopolitik müdahaleler olduğunu iddia ediyorum.
Bu vurgu, niçin önemli? İlk olarak, her iki planlama yaklaşımının da nesnellik bir yana, değer yüklü süreçler içerdiğini ortaya koyuyor. Bu müdahalelere içkin belirsizliklere ve deneyselliklere işaret ederek, başka görme biçimlerine imkân tanıyor.
Kendi bilimselliğinin politikliğini kabul eden bir planlama ve koruma pratiğini araştırmaya davet ediyor. İkinci olarak, modernist mekânsal planlama geleneğinin insan ve sermaye merkezli başat yönelimine karşı, insandan ibaret olmayan bir dünya tasavvuruna ve bu tasavvura dayanan epistemolojik hareket noktalarına kapı aralıyor.
Bu bağlamda ve son olarak, nesnelliğin yerine insandan ibaret olmayan dünyalara karşı sorumluluğu koyuyor.”
Onurlu Yaşam Davası / Selahattin Demirtaş / Dipnot Yayınları / S.608 / Politika
Bilinmelidir ki, bu dava ve yargılama adı altında yürütülen bu faaliyetlere karşı bizim eylemimiz, sözümüz ve savunmamız sadece günümüze yapılmış bir çağrı değil, esasında geleceğe yazılmış bir mektuptur.
Kürt halkı mazlumdur, Türk halkı mazlumdur. Onları sömürenlerdir katil olanlar. Topraklarını işgal edenlerdir. Kültürüne, diline el koyanlardır katil olanlar, biz değiliz. Biz sadece halkımızın onurunu savunduk, haysiyetini savunduk, karnını doyurma hakkını savunduk, şu yeryüzünde özgürce yaşama hakkını savunduk, kendi topraklarında insan gibi yaşama hakkını savunduk.
Kürt ve Kürdistan gerçeğini inkar, insanı inkardır. Herhangi bir insanın dilini, vatanını inkar, insanı inkardır, insanın onuruna saldırıdır. Kürt halkının kendine ait Kürt milleti olarak bir tarihi vardır, bunu inkar insanın onurunu inkardır. Bunu kabul ettiğimiz zaman biz kendimizi onursuz gibi hissederiz. Birbirimizin yüzüne bakamayız Kürtler olarak. Sizin de yüzünüze bakamam.
Bu dava vesilesiyle bizi köleleştirmek isteyenlere biz, “Hayır, biz özgür insanlarız,” diyoruz.