Share This Article
Ruhumun Kadınları / Isabel Allende / Çev. İnci Kut / Can Yayınları / S. 192 / Roman
Isabel Allende anılarının derinliklerine indiği Ruhumun Kadınları’nda bize feminizmle ve kadınlıkla ilişkisini anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda yetişkin yaşamının tüm yoğunluğuyla yaşanması, hissedilmesi ve keyif alınması gerektiği gerçeğini de hatırlatıyor.
Allende’nin hayatında önemli yer tutan, gerek özlem duyduğu gerekse ona ilham kaynağı olan, tüm zorluklara karşın onur ve cesaretle ayağa kalkıp ilerlemeye devam eden kadınlar, yani “ruhunun kadınları”nı anlattığı bu kitabı yazarın yaşama karşı tutkusunu ve aşk için her zaman umut olduğuna inancını bir an bile kaybetmediğini de gösteriyor.
Keşke Leyla / Ece Gamze Atıcı / Doğan Kitap / S. 224 / Roman
Buraya kadar gelmeyi başardın. Her şey yolunda.
“Gözlerimi kapıyorum. Annemi getiriyorum gözümün önüne. Üzerinde Ela’ya hamileyken giydiği çiçekli elbise var. Saçları da uzun üstelik. Dalgalarının içine elimi sokuyorum, bana bakıp gülümsüyor. Öyle güzel ki gülümsemesi sanki dünyadaki bütün kötülükler siliniyor. Kafamı kucağına koyuyorum. Annemin bir eli benim sırtımda, öbür eliyle de başımı okşuyor yavaşça. Kalbimin acısı azalıyor biraz. Çok güzel bir uykunun başındayım. Saçımda bir el daha hissediyorum. Gözümü açıyorum. Kucağındayım. Ama annemin değil, Leyla’nın. Saçlarımı okşuyor. Başımı kaldırıyorum, gülümsüyor bana. Kalbim çok hızlı atmaya başlıyor. Korkuyorum. Ne sevmek istiyorum onu ne de ondan nefret etmek. Sadece annemi bulmak istiyorum.”
Ece Gamze Atıcı, kaybolmamak için hayal dünyasına sığınan, ölmekten çok hayatta kalmaktan korkan, yaşamı anlamaya çalışan hassas bir çocuğun en saf duygularına tercüman oluyor.
Keşke Leyla, çocuk kalbiyle yetişkinlere yazılmış bir büyüme hikâyesi…
Thule Büyücüsü / Suphi Varım / Maceraperest Kitaplar / S. 216 / Roman
“Ticaret ataşesinin öldürülme sebebi, muhtemelen gazeteci için de geçerliydi. İçinden, bunlar, Emniyet’in araştırıp bulacağı konular, diye geçirdi. Onu ilgilendiren esas konu, cinayetin casuslukla ilgisinin olup olmadığıydı. Eğer öyleyse, karşılarında cinayet işlerinde becerikli bir casus var demekti. Bir casusun olduğu yerde de mutlaka iyi kurulmuş bir casusluk ağı olurdu. Bu da tek bir kişiyle değil, Bir örgütle karşı karşıya gelinecek demekti. Bu yüzden İstanbul’daki vazifesinin zor olacağının farkındaydı.”
Yıl 1942, İkinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli günleri. Türkiye, kanlı çarpışmaların dışında kalmaya çalışırken Alman casusların gizli planlarıyla da mücadele ediyor. MAH ajanı Doğan Korcan, SS Başkanı Heinrich Himmler’in hazırladığı Svastika Operasyonu’nun amaçlarını anlayabilmek için birçok soruya cevap bulmak zorunda. Nazi Partisi’nin esrarengiz Thule ülkesi ve Atlantis kıtasıyla ilişkisi ne? İstanbul ve Ankara’da öldürülen İngiliz diplomatla gazetecinin katilleri kimler? Art arda işlenen cinayetler neye hizmet ediyordu? İngiliz, Alman ve Türk casusların görevi neydi? Efsaneler gerçeğe dönüşebilir miydi?
Uzlaşmaz Marx – Kargaşa İçindeki Dünya / Michael Quante / Çev. Sezer Karagöz / Yordam Kitap / İnceleme
Dinî çatışmalar, doğal kaynaklar için verilen mücadeleler, savaşlar, Avrupa kapılarına dayanan mülteci akınları, iklim değişikliklerinin neden olduğu doğal afetler ve bunlara eşlik eden kıtlıklar… Uzlaşmaz Marx, günümüz kapitalizminin yarattığı bu yıkıcı kargaşa karşısında, onun uzlaşmaz muarızı Marx’ın analitik ve eleştirel gücünün güncelliğini vurguluyor.
Marx’ın düşünce sisteminin fikirler tarihi kanonunun tozlu raflarına kaldırılamayacak kadar canlı olduğunu hatırlatırken, bu güncelliğin sanılandan çok daha kapsamlı olduğuna işaret ediyor: Marx, son on yılda liberal ya da muhafazakâr iktisatçıların dahi sıklıkla hakkını verdiği üzere, basitçe ve sadece kapitalist ekonomik krizlerin bir teorisyeni değildir. Marx’ın ekonomi politik eleştirisinin temel kavramları insan varoluşuna ilişkin bir dizi etik, felsefi, antropolojik tartışmanın kapısını aralar.
Michael Quante’ye göre Marx’ın “modern kapitalist toplum düzenine ilişkin analizi, içinde bulunduğumuz durumda sorun çözme potansiyeline ve eleştirel güce sahip olmaya devam eden felsefi kavramlarla desteklenmektedir” ve Marksist düşünce, güncelliğini öncelikle bu tartışma izleklerine borçludur.
Yazar, Uzlaşmaz Marx: Kargaşa İçindeki Dünya’yı tam da Marx’ın düşüncesindeki bu kalıcı potansiyeli ve gücü akademik tartışmaların ötesine taşımak, günümüz okurlarına “kendi yaşam gerçekleri üzerine düşünmelerini ve böylece eleştirel bir mesafe koymalarını sağlayabilecek düşünce motiflerini ve içgörüleri” sunmak için kaleme almıştır. Zira dünya halklarının “krizlere ve küreselleşmeyle beraber her yerde hüküm süren zorluklara karşı tepkisini, milliyetçilikle, dışlamayla ve çözüm yerine sadece yeni baskılar vadeden siyaseten gerici stratejilerle” verdiğini kaygıyla not düşer.
İstanbul’un çok dilli kitabeleri / Yasin Karabacak / Suriçi Yayınları / S. 256 / İnceleme
İstanbul için bazı kalıplaşmış ifadeler var. Şehrin geçmişte ne denli çok kültürlü olduğu bu ifadeler arasında öne çıkanlardan. Peki, halkın dilinde ve yapılan yayınlarda sık sık bahsi geçen “geçmişteki çok kültürlü İstanbul” acaba bugün yaşadığımız şehirde ne gibi izlere sahiptir?
Yapılardaki kitabeler aracılığıyla cevabını aradığımız bu soruya İstanbul’un birçok noktasında kolaylıkla yanıt bulabildik. Çokkültürlü İstanbul’dan kalan mirası keşfe çıktığımız bu çalışma için yaptığımız araştırmalarda gördük ki; İstanbul eşittir kültürlerin, dillerin ve de alfabelerin buluşma noktası!
Şehri uzunca bir süre karış karış gezdikten sonra oluşturduğumuz bu çalışmamızı Roma dönemi ile başlatıp Doğu Roma, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet ile devam ettirerek geniş bir yelpazeye yaydık. İstanbul’da tespit ettiğimiz çokdilli kitabelerin bulunduğu yerleri kitapta bölge bölge ayırarak okuduktan sonra keşfe çıkmak isteyenlere kolaylık sağlamayı amaçladık.
Fransa’nın Kimliği / Fernand Braudel / Çev. Levent Başaran / Alfa Yayıncılık / S. 984 /
Fernand Braudel’in kaleme aldığı “Fransa’nın Kimliği”, ülkenin uzun dönem kimliğini ve evrimini derinlemesine inceliyor. Braudel, okuyucuyu Fransa’nın tarihine yapılan bir zaman yolculuğuna çıkarıyor, geçmişin izlerini sürerek bugünü anlamasına ışık tutuyor. Kitap, ülkenin tarihi ve kültürel çeşitliliğini, derin ve sessiz hareketlerini okuyucuya aktarıyor.
Bunu bir kez daha söylemeyeceğim: Fransa’yı Jules Michelet ile aynı titiz ve karmaşık tutkuyla seviyorum. Erdemleriyle kusurları, yeğlediklerimle kabul etmeye zorlandıklarım arasında ayrım gözetmeden. Ama bu tutku bu kitabın sayfaları arasına pek sızmayacaktır. Onu özenle uzakta tutacağım. Beni tuzağa düşürebilir, şaşırtabilir, bu yüzden onu yakın göz hapsine alacağım. Ve yolumda ilerlerken olası zaaflarıma da işaret edeceğim. Çünkü Fransa’dan sanki başka bir ülke, başka bir yurt, başka bir ulusmuş gibi söz etmeye kararlıyım. Elinden geldiğince tarafsız bir “gözlemci” olması gereken tarihçi kendisini bir çeşit kişisel suskunluğa mahkûm etmek zorundadır. Daha önceki çalışmalarımdan dolayı böyle bir çaba benim için belki daha kolay olacaktır. Akdeniz ya da kapitalizm üzerine kitaplarımda Fransa’yı uzaktan, bazen çok uzaktan, ama ötekilerin arasında, ötekilere benzer bir gerçeklik olarak süzdüm. Böylece bana çok yakın olan bu çevreye geç ama apaçık bir zevkle vardım: Tarihçi, gerçekte yalnız kendi ülkesinin tarihiyle rahat ilişkiler içindedir, bu tarihin dönemeçlerini, değişimlerini, özgünlüklerini, zayıflıklarını neredeyse içgüdüsel olarak kavrar. Başka yerde kamp kurduğu zaman, ne kadar derin bilgi sahibi olursa olsun, asla böylesine kozları yoktur.
Fernand Braudel