Share This Article
Erkeksiz Kadınlar / Shahrnush Parsipur / Çev. Yıldız Uysal / Can Yayınları / S.104 / Roman
Tahran’ın eteklerindeki yemyeşil bir bahçede birlikte yaşamak için farklı hayatlardan gelen; aralarında orta yaşlı varlıklı bir ev kadını, bir fahişe ve bir öğretmenin de bulunduğu beş kadın ve iç içe geçen kaderleri…
Kadın özgürlüğünü tasvir ettiği için İran’da yayımlandıktan kısa bir süre sonra yasaklanan “Erkeksiz Kadınlar”, çağdaş İran’daki yaşamın güçlü bir alegorisi. Yakın İran tarihinden izler taşıyan bu unutulmaz roman okurları toplumsal cinsiyet, ahlak, ölümlülük, şiddet ve ilişkiler üzerine düşünmeye davet ederek aile ve toplumun dar sınırlarından kaçan kadınları betimliyor ve erkeklerin olmadığı bir dünyada yaşayacakları bir gelecek hayal ediyor.
Gecede Trampet Sesleri / Bertolt Brecht / Çev. Firuzan Gürbüz Gerhold / Everest Yayınları / S.128 / Tiyatro
Bertolt Brecht’in 1919’da kaleme aldığı, ilk defa 1922’de sahnelenen “Gecede Trampet Sesleri”, 1919 Berlin Spartaküs Ayaklanması’nın gölgesinde yaşanan olayları konu alır. Anna Balicke’nin nişanlısı Andreas Kragler, I. Dünya Savaşı’nda topçu eri olarak görev yapmıştır ama dört yıldır kayıptır. Uzun tereddütlerden sonra Anna, ailesinin isteği üzerine savaş vurguncusu Friedrich Murk ile nişanlanmayı kabul eder.
Nişan günü Andreas aniden ortaya çıkar ve Afrika’da savaş esiri olarak tutulduğunu iddia eder. Anna’nın ailesi ve Friedrich, Andreas’a çulsuz bir baş belası muamelesi yapar; Friedrich’ten hamile olan Anna da Andreas’tan çekip gitmesini ister. Andreas kısa süreliğine isyancılara katılır ancak olaylar bu kadarla da kalmaz. Beklenmedik pek çok gelişmeden geriye Andreas’ın şu etkili sorusu kalır: “Fikirleriniz göklere çıkacak diye etim kaldırım taşında çürüyüp gitsin mi?”
İstanbul’da Kedi / Gündüz Vassaf / İletişim Yayınları / S.302 / Edebiyat
Gündüz Vassaf, en eski zamanlardan beri insanlarla bir arada yaşayan kedileri, ama en çok da İstanbul kedilerini kendine özgü üslubuyla anlatıyor. Etraflı bir merak, ilgi ve gözlemin ürünü olan, düş gücünün sınırlarını zorlayan İstanbul’da Kedi’nin hemen her satırı mitoloji, tarihsel gerçeklik, hiciv, mizah, dram ve sorgulamalarla dopdolu.
“Böyle kaç şehir var?
İstanbul kedilerin
Kediler İstanbul’un sahibi.
Zaten Anadolu değil mi
Felis silvestris catus’un
Ehlileşmesinin kökeni?”
İstanbul’un kedilerinin eşliğinde hem kedilerin hem İstanbul’un derinliklerine uzanan alegorik ve masalsı, görsellerle zenginleşen bir şiir roman…
Romantik Ütopyayı Tüketmek / Eva İllouz / Çev. Gamze Boztepe / Livera Yayınevi / S.536 / İnceleme
Eva Illouz’un bu eseri 1900’lerin başından itibaren reklam panoları tarafından yönlendirilen aşkın ve demokratik tüketim ahlakı üzerine inşa edilen romantizmin nasıl piyasa ile buluşarak tüketim kültürüyle iç içe geçtiğini gözler önüne seriyor. Metodolojik titizliği elden bırakmayan ve “nasıl” sorusuna odaklanan bu kitabın problemi ne aşkın değersizleştirilmesi ne de evcilleştirilmesi: “Romantik Ütopyayı Tüketmek” romantik deneyimi örtük olarak örgütleyen anlam ve sembollerin geç kapitalizm ile kesiştiği noktalara; kültür ve ekonominin aşkta buluşup melezlendiği mekanizmalara odaklanıyor. Çünkü Illouz’a göre bugün romantik bağlar piyasa tarafından özgürleştirici çağrışımların kisvesi altında sömürgeleştirilmektedir. Aşk piyasa tarafından kuşatılan ekonomik ve kültürel ilişkilerden özgürleştiren bir sığınak olmaktan çok uzaktır. Romantik aşkta sunulan mutluluk vaadi bizim çağımızda tüketim kültürüne zaten çoktan dahil edilmiştir.
Sosyoloji ortaya çıktığı andan itibaren bilimin konusu olması yasaklanan fenomenleri ele alarak düşünceye uygulanan sansüre direnen bilimlerin başında gelir. Illouz en kişisel olarak görülen romantik ilişkilerin toplumsal ve fenomenal yapısını ele alarak Durkheim ve Bourdieu’dan devraldığı bu geleneği sürdürür. Fakat bu çalışma yalnızca ele aldığı konu bakımından değil, metodolojik olarak da ilham vericidir: Romantik Ütopyayı Tüketmek duygusal deneyimlere dair araştırma yapmak isteyen sosyal bilimcilere örnek bir araştırma modeli sunmaktadır.
Alacakaranlıkta Gazetecilik / Güventürk Görgülü / Bilgi Üniversitesi Yayınları / S.372 / Araştırma
1980’lerin ikinci yarısından başlayarak Türkiye’yi etkisi altına alan neoliberal dalga ve dışa açık büyüme politikası, başlarda epey dirençle karşılaşmıştı. Ancak 1990’lı yıllar, birbiri ardına gelen ekonomik krizler ve politik çalkantılarla Türkiye’yi 2000’lerde son sürat gireceği bir kavşağa doğru hızla itmekteydi. 1990’lardaki bu büyük yol ayrımı, Türkiye’nin hem siyasi hayatını hem de medya düzenini geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirdi. “Alacakaranlıkta Gazetecilik: Türkiye’de Neoliberal Medya Düzeninin Kuruluşu”, işte bu değişim yıllarını açıklama çabası güdüyor. Kitabın ilk bölümünde, liberalizmin “Bırakınız yapsınlar” ilkesinden, neoliberalizmin “Neyin nasıl yapılacağına biz karar veririz” şiarına geçişinin, nasıl ve hangi şartlarda gerçekleştiği tartışılıyor. İkinci bölümde, dünyada ve Türkiye’de medya endüstrisinin neoliberal norm ekseninde nasıl yeniden yapılandırıldığının tarihsel arkaplanı sunuluyor. Üçüncü ve son bölümde ise neoliberal medya düzeninin inşası sırasında gazetecilerin yaşadıkları; haberin, gazeteciliğin ve çalışma koşullarının nasıl değiştiği gazetecilerin gözünden aktarılıyor. Güventürk Görgülü’nün titiz bir çalışmayla kaleme aldığı bu kitap, medya tarihinin bir dönemine ışık tutarken, bağımsız habercilik üzerine bugünlerde zihinleri meşgul eden meselelerin kökenlerine iniyor.
Sanat Tarihinde Bokun Zaferi / Donald Kuspit / Sub Yayınları / S. 40 / Sanat
Bok, maddelerin en basitidir ama vücut ile bağlantılı her şeyde olduğu gibi karmaşık bir duygusal anlamı vardır ve modern sanatta “çöp” görünümünde sık sık kullanılır, bu oldukça kişisel, bedensel madde için uygun bir sosyal benzetme. Aslında bok bir şekilde çöptür, sosyal manzaranın standart bir parçası olduğu gibi kişisel manzaranın bir parçası, düzenli olarak üzerine sifon çektiğimiz ya da çöp kutularına koyduğumuz ve böylece güvenli olarak gözden uzak tuttuğumuz, her günkü, lüzumsuz, değersiz atık. Kendi bokumuzla ve sosyal çöp ile günlük temas içerisindeyiz, fakat onlardan elimizden geldiğince kurtuluyoruz ki bu da medeni olan şeydir. Kim sokakta köpek bokuna basmak ister, ya da bu durumda bunun yerini muz kabuğu mu alır? Her şeyin uygun bir yeri vardır ve bok ile çöpün uygun yeri halk değildir.
…
Son zamanlarda boktan çöpler avangardın sözüm ona büyük sosyal etkisi ve süregelen ilhamı kabul edilerek, teorik farklılık işaretleri olarak “kurumsal eleştiri” ve “kültürel müdahale” rasyonelleştiriliyor –entelektüel şeref madalyaları demeye cüret eden var mı? –. Toplumu avangart alt sınıfının, Courbet’nin isyancı sosyal alt sınıf (“halkın devrimi”) olarak adlandırdığı, aykırı devrimci perspektifinden görerek, kişi toplum hakkındaki “üst gerçeği” görür: sahtekarlık. Tabi bugün avangart alt sınıfı cemiyetteki Kapitalist üst sınıfın bir parçası olmuştur, fakat Pop Art gibi alt sınıf imgelerini kullanmasının da — ucuz çöp, halkın sanatı– gösterdiği gibi hala alt sınıfla özdeşleşmiş gibi durmaktadır. Devrim Hayali yerini uzun zaman önce Amerikan Rüyasına bıraksa da alt sınıf hala etik özelliği olarak cüretkâr isyancılığa sahiptir. Bu günlerde Courbet’nin kırsal halkı banliyö topluluklarına dönüştü. Büyük Yalan ilerlemeye devam ediyor, fakat bukalemunvari zekasıyla şeklini değiştirerek.