Share This Article
Yağmur bastırdığında evden uzaklaşmıştım. Oturduğumuz yazlığın bahçesi 7 yaşındaki küçük bir çocuk için fazla büyüktü. İşte bu yüzden eve dönmek uzun ve zorlu bir yolculuktan ibaret gibi göründü. İlerde, bahçenin arka kapısında köpeğimiz Rita’nın kulübesi sığınacak en güvenli liman olarak duruyordu. Adımlarımı hızlandırdım, oraya doğru koşmaya başladım. Kim bilir “belki sığınabilirim” diye düşündüm ancak Rita büyük bir avcıydı ve ben babam yokken onunla hiç yalnız kalmamıştım. Hızlanan adımlarımı, artan kalp atışlarım takip ederken sırılsıklam bir şekilde dikildim karşısına. Beni davet etmesini bekleyen gözlerle Rita’ya bakıyordum.
32 yaşımda bu satırları yazarken dahi bu anı, beni 7 yaşıma götürüyor. Rita’nın kahverengi ve derin bakışları hâlâ daha yüreğimi titretiyor. Sadece beş saniye süren o bakışma, bana hayatım boyunca unutamayacağım iki şey kattı. Konuşmadan anlaşmanın ve kendi türümden olmayan bir canlıya güvenebilmenin aslında çok daha kolay ve mümkün olabildiğini…
Ben 7 yaşımda küçük bir kız çocuğu, 8 yaşındaki koca avcının karşısında sırılsıklam, ürkek ve çaresiz… Beş saniyenin sonunda Rita kulübenin içinde yana çekildi. Anlamadım, aslında anlamak istediğim şeyi mi yapıyor yoksa bu basit tesadüf mü, bilemedim. Çocukluğun verdiği o koşulsuz sevgi ve cesaretle içeri girdim. Rita ile yağmur dinene kadar ağaçları izledik. Ben onun anlamadığını düşündüğüm şeyler anlattım. Anlamadığını düşündüğüm diyorum çünkü emin değilim. O kahverengi derin bakışlar yüzüme dikilmişken gerçekten de emin olamazdım bundan. Şu an 32 yaşındaki bir yetişkin olarak belki de cesaret edemeyeceğim o an için şimdi öylesine minnettarım ki. O yağmur hiç dinmesin istemiştim, kendimi bir TV dizisi içinde gibi hissetmiştim… Yağmur dindiğinde ve veda vakti geldiğinde kafasını okşadım, teşekkür ettim. Elimi yaladı. Eve vardığımda artık Rita sadece babamın köpeği olmaktan çıkmış, dostum olmuştu. O günden sonra onun bağlı olduğu saatlerde (genelde misafir varsa ya da yaramazlık yaptıysa bağlı kalırdı) kulübesine gider bir sürü şey anlatırdım. Dinlerdi, hatta inanmayacaksınız ama bazen sıkıldığını dahi hissederdim…
Bir gece erkenden yatağa girdim. Çünkü bir an önce güneş doğsun istiyordum. Ailecek denize gidecektik ve Rita da gelecekti. Ancak o sabaha karşı verandadan yükselen boğulma sesleriyle uyandım. Kendimi verandaya nasıl attığımı bilmiyorum. Rita, verandada yatıyor ve ölüme yaklaştığını hissettiren sesler çıkarıyordu. Babamı uyandırdım, yanına gittik. Rita zehirlenmişti… Babam veterineri ararken annemle ben de yoğurt hazırladık. Yiyecek hali yoktu, boğuluyor gibiydi. Ellerim titremeye, babam da ağlamaya başladı. Rita ise bizim endişeli adımlarımızın kalabalığında son nefesini verdi.
Bahçede bağlı olmadığı zamanlarda Rita, sürgülü kapıyı kafasıyla iterek açar, dolaşmaya çıkar sonrasında da geri gelirdi. İşte yine o günlerden birinde üç sokak ilerideki boş arazideki tavşanları kovalamış. Arazideki tavşanları besleyen adam ise, av köpeği olan Rita’yı kovalamak yerine zehirlemeyi tercih etmişti. O matem gününü asla unutmayacağım. Babamın üst kata koşup tüfeğini alışını, annemle benim onu zor tutuşumuzu… Çünkü Rita birilerinin “sahip olduğu bir köpek” değildi. Rita ailemizin bir ferdiydi. Konuşamadan hayat dersi veren, yanında koşulsuz güvende ve cesur hissettiğim dört ayaklı arkadaşım…
O zamanlar çocuktum. Dünyada iyilerin daha fazla olduğuna inanıyordum. Rita’nın katili gibilerin ise elbet cezasını çekeceğini düşünüyordum. Bugün ise ülkede Rita’nın katillerinin ne denli fazla olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorum. Meclis’te katillerin taleplerini dile getirenleri, katliama giden yolu uygulamadıkları kararlarla nasıl döşediklerini anımsadıkça, Rita’nın öldüğü günkü gibi ellerim titriyor. Ben ki sokakta karşıma çıkan her köpeğin gözlerinde Rita’nın hayaletini ararım hâlâ… Öyle bir boşluk onun kaybı hayatımda. Bu katliama destek olanlara da gerçekten sevgiyi tatmadıkları, korkaklıkları yüzünden nefretle beslenmek zorunda kaldıkları için acıyorum yalnızca.
Bugün birçok Rita katledilecek.
Devletin izniyle…
Çok sevdiğim bir kitaptan alıntıyla bitireceğim. Çünkü duygularımı en iyi o cümle ifade edecek:
Bir medeniyetin ilk çürümeye başladığı yeri kafası değil, kalbidir.