Share This Article
İstanbul, imparatorlukların başkenti olarak, saraylar ve köşklerle süslenmiş bir şehir. Roma’dan sonra yeni caput mundi (dünya başkenti) olarak da bahsedilen bu kent, Osmanlı’nın ihtişamlı saraylarının yanı sıra, şehirdeki diplomatik misyonlara ait büyüleyici sarayları barındırıyor.
İstiklal Caddesi boyunca ve Beyoğlu’nda yapılacak bir yürüyüşte kolayca görülebilecek bu saraylar şehrin neredeyse en güzel manzaralarına karşı konumlandırılmış. Bu saraylara girdiğiniz anda, neredeyse İstanbul’da olduğunuzu unutturacak ayrı bir dünyayla karşılaşırsınız. İçlerindeki sessiz bahçeleriyle, şehrin kafa ağrıtan gürültüsünden uzakta yeni bir dünya bulursunuz.
2yaka, her pazar haftanın öne çıkanlarını e-posta kutunuza taşıyor.
1831’deki Büyük Beyoğlu yangınından mustarip olan çoğu saray, mevcut haline gelene kadar birkaç kez inşa edilmiştir. Bununla beraber hepsinin içinde iki kültüre ait farklı hikayeler ve sembolik nesneler yer alır.
Tabi ki bu sarayların sayıları oldukça fazla bu yüzden yalnızca içine girip birinci elden, başkonsoloslarla beraber deneyimleme fırsatım olanları dahil etmeye çalıştım.
Abdülmecid’in oturduğu taht
Fransız Sarayı (Palais de France) Fransa’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüz Türkiye’sine kadar uzanan derin diplomatik ilişkilerinin somut bir örneğidir. Oldukça büyük bir araziye kurulmuş olan bu saray içinde kilise gibi yapıları da barındırıyor.
Etkileyici duvar halılarıyla ziyaretçilerini karşılayan sarayda 300 yıl önce yapılmış bir taht yer alıyor. Başkonsolos Olivier Gauvin, bu tahtın Sultan Abdülmecid‘in Kırım Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’na destek verdiği için Fransa’ya teşekkürlerini sunmak üzere Fransız Büyükelçiliği’ne geldiğinde oturduğu taht olduğunu belirtmişti.
Çoğunlukla neoklasik yapıda olan bu sarayın aynı zamanda modern sanat eserleriyle dolu özel bir odası var. Başkonsolosun burada Fransız vatandaşlarının nikâhlarını kıyma yetkisi bulunuyor ve bu törenleri gerçekleştirdiği masanın üzerinde, Fransa’nın ulusal sloganı “Liberté, égalité, fraternité” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) yazılı bir heykel yer alıyor.
Aynı zamanda, sarayın muhteşem bahçesinde Bonneval Paşa olarak bilinen Humbaracı Ahmed Paşa’nın da bir büstü yer alıyor. 14 Temmuz 1675 doğumlu ve 23 Mart 1747’de ölen Claude Alexandre, Comte de Bonneval, askeri kariyerine Fransız ordusunda başlamış ancak sonrasında Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış, İslamiyet’i kabul etmiş ve Humbaracı Ahmet Paşa ismini almış.
Saraydaki hayalet
İstiklal Caddesi’nden geçen hemen herkesin dışarıdan görmüş olacağı Hollanda Sarayı (Palais de Hollande) ise ilginç bir efsaneyi içinde barındırıyor.
Sarayın içinde hayaletinin gezdiğine inanılan “Beyaz Gül” olarak bilinen kişi, 1727-1744 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nda Hollanda Büyükelçisi olan Cornelis Calkoen‘un (1696-1764) aşığı. Beyaz Gül’ün muhtemelen o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan Karadağ’dan olduğu düşünülmekteve Calkoen ile yıllarca birlikte yaşadığı düşünülüyor.
Her yeni atanan konsolosun muhtemelen ilk ziyaret ettiği yerlerden olan “Beyaz Gül” heykeli ve hikâyesi bugün Palais de Hollande (Hollanda Sarayı)’ın özdeşleşmiş bir parçası.
Ancak, bu romantizm, Calkoen’un İstanbul’dan Dresden’deki yeni görevine gitmesiyle bitmiş. Beyaz Gül ise kalbi kırık bir şekilde yıllarca Calkoen’i beklemiş; her gün sarayın kapısına gidip, gelip gelmediğini sorarmış. Gel zaman git zaman bu üzüntüye dayanamayan Beyaz Gül hayata gözlerini yummuş.
Efsaneye göre, Beyaz Gül’ün hayaleti hâlâ Palais de Hollande’ın duvarları arasında dolaşarak sevgilisinin dönüşünü bekliyor. İlginç bir şekilde, birçok eski konsolos ve diğer çalışanlar, Palais de Hollande’da Beyaz Gül’ün hayaletini gördüklerini de iddia etmişler.
Bu efsane için konsolosluğun alt bahçesinde bir anıt yapılmış. Önüne ise bir gül ağacı dikilmiş. Bu efsaneyle alakalı en yeni ekleme ise beyaz ışıklarla çevrelenen neon silüet enstalasyonunun saray bahçesinde yer alması.
Sarayın içinde aynı zamanda ünlü ressam Jean Baptiste Vanmour‘un, iki ülke arasındaki tarihi ilişkileri vurgulayan bir tablosu da bulunuyor. Tabloda Hollanda elçisi Cornelis Calkoen, 1727’de Topkapı Sarayı’nda Sultan III. Ahmed ile yaptığı toplantılar tasvir ediliyor.
Karamanca’dan Nasreddin Hoca hikâyeleri
Barok ve klasik mimarisi ile dikkat çeken tarihi bina Şişmanoğlu Konağı (Sismanoglio Megaro), Konstantinos Sismanoglou tarafından 1939 yılında İstanbul’da Yunanistan Başkonsolosluğu’nun kurulabilmesi için Yunanistan hükümetine bağışlanmış.
Konstantinos Sismanoglou tarafından 1939 yılında inşa edilen Şişmanoğlu Konağı.
Ancak II. Dünya Savaşı ve dönemin ekonomik-politik değişiklikleri nedeniyle bina uzun yıllar kullanılmamış.
1973 yılında koruma altına alınan bina, 2003 yılında restore edilerek Başkonsolosluk Binası olarak hizmete girdiğinden beri çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yapıyor. Bunlar arasında, görsel sanatlar, müzik, film gösterimleri, kitap sunumları, sergiler ve konferanslar yer alıyor.
Özellikle binanın içinde büyük arşivi ile göz kamaştıran bir kütüphane bulunuyor. İstanbul ve Anadolu Rumlarının tarihine ve entelektüel yaşamına özel ilgi duyan bir kitapsever olan Peder Meletios Sakoulidis’in birbirinden değerli kitaplardan oluşan arşive sahip olan bu kütüphane, 1610 yılına kadar uzanan Yunan Ortodoks kitaplara ve Karamanlıca eserllere ev sahipliği yapıyor. Karamanlıca, Türk karakterleri kullanılarak yazılan bir Yunan Ortodoks dil yazı sistemi; kütüphane bu formatta yaklaşık 145 kitaba sahip.
Bunların en ilginci ise 1908 tarihli Nasreddin Hoca hikâyeleri kitabı olduğunu söyleyebiliriz. Aslında bu kütüphane, iki kültürün ne kadar fazla elementi hem paylaştıklarını hem de ortak kültür mirasına eklediğini görebilmemize olanak sağlıyor.
Pera’nın en iyilerinden
İsveç Devleti’nin yurtdışında sahibi olduğu en eski bina olan ve Beyoğlu’nun ortasında yer alan Palais de Suede bu görkemli saraylardan bir diğeridir. İsveç Elçisi Gustaf Celsing görevi sırasında 1757 yılında hükümete yazdığı bir mektupra burası için “Pera’nın en iyilerinden” ibaresini kullanmıştır.
Rokoko tarzından esinlenmiş büyük bir salonu olan bu saray aynı zamanda İsveç Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu arasında 1737 yılında imzalanan ticaret anlaşmasının bir replikasını da barındırıyor.
Kraliçe Victoria’nın gönderdiği avizeler
İstanbul’un Tepebaşı Meşrutiyet Caddesi üzerinde yer alan İngiltere Başkonsolosluğu binası, her geçen kişinin dikkatini çekmiştir. Sultan III. Selim‘in 1801’de verdiği emirle inşa edilen ve dönemin büyükelçisi Lord Elgin tarafından yaptırılan bu muazzam yapı, dikkat çekici bir mimari eser olarak öne çıkıyor.
Klasik neoklasik mimariyle tasarlanan binanın duvarları etkileyici tablolarla süslenmiş. Özellikle, dikkat çekici bir parça olarak II.Elizabeth‘in gençliğini betimleyen tabloyla merdivenlerde karşınızda çıkıyor.
Şüphesiz, binanın en etkileyici noktası balo salonu. Tarihin pek çok ünlü ismi – sultanlar ve krallar – bu mekânın içinde ağırlanmış. Bu alanda, İskoçya’da kristallerden yapılmış iki dev avize ihtişamlarıyla asılı duruyor, bunların Kraliçe Victoria tarafından gönderildiği biliniyor. Yukarı baktığınızda, bu avizelerin gösterişi başınızı döndürecek kadar etkileyici.