Share This Article
Cumhuriyet tarihinin en büyük teorisyenlerinden biri olan Doğan Avcıoğlu, 4 Kasım 1983’te aramızdan ayrıldı. Yazdıklarıyla, düşündükleriyle, yaptıklarıyla Sosyalizm ve Kemalizm arasında güçlü bir bağ kuran Avcıoğlu’nun Türkiye’ye dair tespitleri, YÖN dergisi ve Devrim gazetesiyle yarattığı etki, dönemini şekillendirdiği gibi döneminin sınırlarını çoktan aştı.
Avcıoğlu’nun YÖN degisinin son sayısında kaleme aldığı yazıyı 2yaka okurlarıyla paylaşıyoruz…
‘Bugün ‘Sam Amca’ dalkavuklarının elinden bayrak düşmüştür’
“Kurucu Meclis günlerini hatırlıyorum: Anayasanın ilerici sosyal görüşlerinden telaşa kapılan bazı esnaf ve komprador sözcüleri, bu görüşleri etkisiz kılmak için “Anayasa’ya ‘milliyetçilik’ deyimini yazdıracağız” diye çırpınıyorlardı. Anayasa Komisyonu üyeleri ve Kurucu Meclis’in uyanık çevreleri de, milliyetçilik maskesi altındaki bu gericilik taarruzuna karşı şiddetle direniyorlardı.
Milliyetçilik, o dönemde ‘Sam Amca’ dalkavuklarının tekelindeydi!
Gerçekten vatansever, ilerici ve toplumcu çevreler ise milliyetçilik lafından pek hoşlanmıyorlardı.
YÖN, böyle bir ortamda milliyetçilik bayrağını en yüksekte tutarak yayın hayatına başladı… Bugün ‘Sam Amca’ dalkavuklarının elinden bayrak düşmüştür. Milliyetçilik bayrağı artık kendi mutluluğunu Türk halkının mutluluğunda görenlerin elinde dalgalanmaktadır.
27 Mayıs, yalnız bir sosyal uyanışın değil, aynı zamanda bir milli uyanışın dönüm noktası olmuştur. Velinimet Sam Amca’nın izindeki tefeci, komprador mütegallibe takımının, ‘birlik, bütünlük’ aldatmacasıyla, milliyetçiliği sosyal hareketi durdurma yolunda kullanma çabası iflas etmiştir.
Milli uyanış ile sosyal uyanış, sımsıkı kaynaşmıştır.
Milliyetçiliğin ilk ve vazgeçilmez şartı, tam bağımsızlıktır. Günümüzde tam bağımsızlık, sosyal devrim yolundan geçmektedir. Sosyal devrim ise ancak tam bağımsızlık içinde bütün sonuçlarıyla gerçekleştirilebilir. Milli ve sosyal hareket, bir fermuarın dişlileri gibi birbirine kenetlenmiştir.
Milliyetçilik, sosyal potada eriyerek gerçek bir milliyetçilik haline gelmiştir. Sosyal talep, milliyetçilikle yoğrularak, tarihi akış içinde tam anlamını kazanmıştır.
Bugün, birkaç yıl önce bilinmeyen bu gerçekler bilinmektedir. Mazlum milletlerin yenilmez gücü olan milliyetçilik, artık yörüngesine oturmuştur.
Bu gerçek milliyetçiliğin prizmasında Türkiye’nin halen hangi noktada bulunduğu da bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmıştır. Petrol, yabancı sermaye, dış yardımdan tutunuz da, ikili anlaşma ve CIA marifetlerine kadar her şey, açık seçik gözler önüne serilmiştir. Saflar bu açıklık içinde belirmiş, “Vatan, Millet, Silistre” edebiyatının gerisinde çalışan işbirlikçilerin maskesi düşmüştür.
27 Mayıs hareketini gerçekleştiren milliyetçi subaylarımızın çeşitli toplantılarda sık sık karşılaştıkları bir soru vardır: “Neden petrol kanununu değiştirmeyi denemediniz? Neden ikili anlaşmaları kaldırmaya çalışmadınız?” Eski, Milli Birlik Komitesi’nin samimi üyeleri bu soruya hep şu cevabı vermiştir:
Bilseydik değiştirirdik, bilmiyorduk. Siz aydından yalnızca anayasa, babayasa, çift meclis, nisbi sistem diyip durdunuz. Hepsini yaptık.
Dün için doğru olan bu sözler, bugün için doğru değilldir. Artık her şey bilinmektedir. Mesele artık bilmemek değil, bilinenleri gerçekleştirebilmektedir.
Bu çetin, hem de çok çetin bir iştir. Emperyalizm usta, kudretli ve kararlı gözükmektedir. Johnson daha geçen hafta bir güzellik kraliçesine, “Öyle kudretliyiz ki kudretimizi ancak kendimiz frenleyebiliyoruz” diyecek kadar kendini hayli geniş bir hareket serbestisi içinde hissetmektedir.
Emperyalizm ilk adımı dünya pazarlığında, Türkiye’nin sırtından askeri planda bir takım tavizlere gitse bile, ülkemizi nüfuz bölgesi içinde tutma iddiasından herhalde vazgeçecek değildir. Emperyalizmin içerde dayandığı güçler de, bir baskı ve dalavereye ihtiyaç kalmaksızın, serbest seçimleri üst üste kazanmaktadır. İlhan Selçuk‘un deyimiyle emperyalizm, sandıktan çıkmaktadır. Bu, halkçı ve milliyetçi güçler için, şu ya da bu yoldan, mutlaka değiştirilmesi gereken çok ciddi bir talihsizlik ve handikaptır. Üstelik bu güçler artık iyice bilinçlenmiş ve çok büyük bir dayanışma halindedirler.
İşbirlikçiler cephesi karşısında yurtseverler dağınık ve kararsızdır. Hatta zaman zaman, işbirlikçiler cephesinin yürüttüğü usta ideolojik savaşın etkisi altında asıl mücadeleyi unutup birbirlerine saldıracak kadar gerçekliğin dışındadırlar.
Bu simsiyah tabloyu neden çiziyoruz? Zira en büyük aydınlık ve en büyük iyimserlik, bu simsiyah tablonun içinden çıkacaktır. İyimserlik, doğru bir duyum muhakemesine oturtulabilkdiği takdirde gerçek bir iyimserliktir.
Karanlık 1919 yılının büyük iyimseri Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı cephelerden önce, doğru durum muhakemesini yaparak fikir planında kazanmıştır.
Emperyalizm ve işbirlikçileri, 45 yıl öncesinde olduğu gibi, bugün de mutlaka yenileceklerdir. Ama bunun en basit ilk şartı, durumun vahametine uygun bir şekilde davranmayı öğrenmektir. “Ben en ilericiyim, benim kadar ilerici olmayan gericidir” “kukuriko”suyla ilericilik çalımı satan küçük horozlar, ne kadar “halisane” niyetler taşırlarsa taşısınlar, durumun vahametini kavramış sayılmazlar. Bunlar, pek şaşıracaklardır ama, objektif olarak aslında işbirlikçilere hizmet etmektedirler.
Durumun vahameti, işbirlikçilerin ‘asgari müşterekte’ kolayca birleşmeleri gibi, bağımsızlıktan yana bütün güçlerin de, hiçbir ayrım yapmaksızın bir ‘asgari müşterek’ etrafında toplanmalarını zorunlu kılmaktadır. “En ilericiyim”, “En bilinçliyim” diyenler en çok fedakarlık yapmaya, büyük bir davanın isimsiz hazırlayıcılığını seve seve kabullenmeye hazır olmalıdır.
Günümüzün davası, büyük allameliklere ihityaç göstermeyecek kadar basittir: Tam bağımsızlık istiyoruz. Kendi kalkınma yolumuzun Washington’da değil, Ankara’da çizilmesini istiyoruz. Bir avuç işbirlikçinin dışında sanayicisinden, esnafından tutun da işçisinden, köylüsüne bütün milletin bunda çıkarı vardır. Bu bir milletin davasıdır.
YÖN, yıllar boyu bu milli davanın ısrarla savunuculuğunu yapmıştır. “Biz en ilericiyiz” tafrafuruşçuluğuna iltifat etmeyerek, işbirlikçilere karşı yönelmiş en ufak olumlu hareketi, hangi kişi ve teşekkülden gelirse gelsin, vargücüyle desteklemiştir. Olayları değerlendirirken kullandığı temel ölçü, hatta birçok halde tek ölçü, işbirlikçiliğin reddi olmuştur.
Bu sağcı olma iddiasındaki çevrelerden en ilerici olma iddiasındaki çevrelere kadar işbirlikçiliği reddeden bütün milliyetçi güçlerin yakınlaşması ve bir asgari müşterekte yakınlaşması için çaba göstermiştir. “Katkısız ilderici” olma iddiasıyla, milliyetçi güçbirliğini zorlaştıran bölücü ve ayırıcı davranışların karşısına en şiddetli biçimde dikilmiştir.
İnancımız odur ki, her yandan dikilen engellere rağmen bu güçbirliği mutlaka gerçekleştirilecektir.
İlerde daha sık ve daha güçlü biçimde sesimizi duyurmak ümidiyle, haftalık YÖN‘deki son yazımızı, Bülent Ecevit’in gençlere hitaben söylediği şu çok doğru sözle bitirelim:
Demokrasimizi, yabancı nüfuz ve baskısının Türkiye’ye girişini kolaylaştırıcı bir kapı haline getirme yolundaki davranış ve oyunlara göz yummayacağız. Meydan vermeyeceğiz. Hiçbir Türk buna razı olamaz. Parti farkı olmaksızın bütün Türk milliyetçileri bu türlü oyunların el birliğiyle karşısına çıkmalıdır.

